31 Ağustos 2012 Cuma

yabancılaşmak

kendini yalnız hissetmek değildir yabancılaşmak. (marksist anlamda veya varoluççu anlamda yabancılaşma bahsine girmek istemiyorum burada. bunu zaten tezimde tartışmıştım yeterince meraklısı bulup okur. hatta aha da burada var tezim: http://sosyalbilimler.cukurova.edu.tr/tez/1569/ buradan tezi indirip yabancılaşma maddesine bakabilirsin ey kari) bahsetmek istediğim anlık yabancılaşmalar. bulunduğun ortamdan, durumdan anlık kopup gitmeler. hayır serbest çağrışımın alanına giren türden bir kopup gitmeyi de kastetmiyorum. "e ne kastediyorsun lan" diyen sabırsız kari, şunu kastediyorum: etrafındakilerin, bazen en yakınındakilerin, senden gayrı olduğunu hissetme anı.

bir şekilde hayatıma giren insanlardan kendimi farklı görmem de diyebiliriz buna. okul arkadaşları, iş arkadaşları vs. "sosyal" bir varlık olmanın getirdiği zorunluluktan doğan arkadaşlıklar yani bir anlamda. bazen bir tenefüs arasında, bazen bir dersi beklerken, bazen okuldan kaçıp aylak aylak gezereken olurdu bu bana. "ne işim var lan benim bu insanların arasında" diyorum bazen. kendimi farklı veya üstün görmemin bir sonucu değil bu yanlış anlaşılmasın. insanların çoğu konuda "mış gibi" yapmasından kaynaklanıyor aslında bu. biri ya da birilerinin siyasi, felsefi, dini, edebi vs. bir konuda biliyormuş gibi yapması senin aslında onların bir bok bilmediğini bilmen ama bir şey diyememen sonunda o andan kopup gitmen ve "ne işim var lan benim bunun (ya da bunların) yanında" diye düşünmen anındaki yabancılaşmayı kastetmeye çalışıyorum. tam da aslında benim lanetlenmemin günleri geliyor şu sıralar. okullar açılıyor çünkü. bu ülkede öğretmenler kadar "mış gibi yapan" başka br meslek grubu daha yoktur. ben de öğretmenim. ve bilemezsin ey kari benim şu 8 yıllık öğretmenlik hayatım boyunca öğretmenler odasında yaşadığım yabancılaşmanın ne haddini ne hesabını.

 istanbul'daki öğretmenlik günlerimin ilk zamanlarında rahattım bu konularda. kimseyle konuşmuyordum, öğretmenler odasına adımımı bile atmıyordum. sigara odasında benden daha az konuşan bir ingilizce hocası vardı akın hoca, karikatüristti. okul zamanı tenefüslerde onunla oturup susuyorduk karşılklı. okuldan çıkınca da bakırköy sokaklarında yürüyordum tek başıma. iyiydi böyle. ama tabii sürdürülebilir değildi bu. asla yalnız kalmana izin vermezler. yalnız kalmayı tercih eden kişi ötekiler için her zaman bir tehdittir.

blog'un günlükten farkı bu işte. somutlayamıyorsun anlattıklarını. sonuçta kamuya açık bir alan burası. şöyle somutlayabilirim belki: kendini solcu veya dindar yahut sanattan anlayan biri olarak sunan bir öğretmen; ya da vazgeçtim amına koyim. öyle işte. bunaltıyorlar adamı. bende de ikiyüzlülük var biraz. söyleyemiyorum  insanlara. bak  şöyle şöyle diyorsun ama bi sik bilmiyon la mal diyemiyorum. bir şey bilmeyene, bilmediğiyle yaşayan insana öyle çok saygı duyuyorum ki ey kari bilemezsin.. bunu okuyan: beni tanıyorsan "sen biliyorsun da ne oluyor?" diyebilirsin ki dersin biliyorum,  bir şey olmuyor işte. sorun da bu zaten. azalıyorum, azaldığımla da kalıyorum. şans oyunları oynuyorum. çıkarsa iyi bir para istifa edip gereksiz tüm insanları (yanlarında yabancılaştığım tüm insanları) hayatımdan çıkarmayı düşünüyorum. okumayı, bilmeyi istiyorum.. yazmayı ve sonra gitmeyi.

işte böyle Sayın Bayan Vera Tulyakova...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.