18 Şubat 2018 Pazar

kaygı yahut şirazlı hafız

yazılmış ve dahi yazılacak olan tüm kitapları ikiye ayırabiliriz, hafız divanı ve diğerleri diye. bi iran filmi vardı kimin hatırlayamadım şimdi. bir ayakkabıcının çocuğunun başından geçenler anlatılıyordu filmde. çocuk filmin bir yerinde babasından bahsederken "sıradan biriydi, gündüzleri ayakkabı dükkanında akşamları da evde hafız okuyarak geçti bütün hayatı" diyordu. bu hayatı bir yönüyle anladığımı bir yönüyle de ıskaladığı düşünüyorum.
tezin asıl kısmına geçtim birkaç gündür. yani varoluşçuluk teorisini atay romanlarına tatbiki kısmına. içimden hiç gelmiyor yazmak. tezi değil buraya yazmayı kastediyorum. gerçi tezi yazmak için de pek bir istek olduğunu söyleyemem. bir şeyler bekliyorum, bir şeyler olmasını hiçbir şey olmuyor ama sadece zaman geçiyor. zaman biteviye geçiyor bir şeyler olmadan. ama yine de olacak gibi. (olmayacak ama) bir şeyler sadece kelimelerde oluyor, olur. gerçekte  ise bir şeyler olmaz sadece geçip gider bir şeyler. biz bu geçip giden şeyleri kelimelere döktüğümüzde bir şeyler olmuş sanırız hepsi bu. ya saçma geliyor di mi sana bu yazdıklarım. yohanna incili niye "başlangıçta söz vardı" diye başlıyor sanıyorsun? tanrının en büyük yanılgısı bizlerle salt kelimelerle konuşmasaydı. (gerçi o da bu hatasını fark etmiş olacak ki çeşitli mucizeler gösterip durumu kurtarmaya çalıştı ama nafile. daha baştan hatasını ifşa etmişti hatasını "başlangıçta söz vardı" diye. görüleceği üzere sadece hatasız kul olmaz değil hatasız tanrı da olmuyor. neyse ben bağışlaması bol biri olduğum için tanrının bu hatasını affediyorum. onca galaksi, gezegen vs. yaratan birinin bunca hatası görmezden gelinebilir. gerçi affediyorum diyorum ama bunca kötülük varken yeryüzünde bunca alçaklık, tecavüz, kötülük, cinayet bunlara hiçbir şey yapamayan sadece yapacağını söyleyen sayın tanrıya "tanrım kutsal kitaplarda kötülükleri cezalandıracağım derken kelimelerle mi konuşuyorsun sadece eleştirisini yöneltmek de hakkımız sanırım. ama yine de mucize göstermeye çalışan tanrıyı yani sözlerini samimiyete dökmeye çalışan tanrıyı bu çabasından ötürü takdir ediyor ve yerine uğurluyoruz. öyle işte "kelimeler, gerçeğim beceriksiz avcıları"

3 Şubat 2018 Cumartesi

511 yahut 5. koğuş 11 numaralı yatak

her şey çok çabuk geçiyor. daha doğrusu çabuk geçiyor gibi. hiç bilmediğim bir dilde alt yazısı da olmayan bir filmi izliyormuşum gibi geçip gidiyor hayat. bir şeyler anlıyor gibiyim ama ne anladığıma dair bir fikrim yok.

bugün kabus gibi çöktü bu 511 sayısı. trafikte önümdeki arabanın plakasında vardı bu sayı. üstelik trafik de milim milim akıyordu. belki bi 20 dakika bu plakaya bakarak seyrettim trafikte akşamüstü. tabii yedi kule göğüs hastalıklarındaki günleri çağrıştırdı sürekli bu sayı. 5. koğuşun 11 numaralı yatağında yatıyordum. her şey saçmaydı o günlerde hayat dışında. bir tek hayat saçma değildi. bir de neyse işte. geçip gidiyordu hayat ama dursun istiyordum. biraz daha bakayım gökyüzüne, çam ağaçlarına (hep çam ağacı vardı sanki hastanede) vs. (bu vs. önemli. vs'nin neleri ihtiva ettiğine daha sonra değineceğim, bir sonraki yazıda ama şimdi değil) trafik açılana kadar önümdeki arabayı sollamanın imkanı olmadı bir türlü. sonra trafik açıldı. geçip gittim önümdeki 511 plakalı arabayı.

neyse 15 gün falan oldu tezle uğraşmadım hiç. acaip bir öz güven var ama. ne yapacağımı biliyorum. tezin % 50'lik kısmı bitti. yani varoluşçuluğun teorisine dair kısım bitti. bunları mezkur romanlara tatbik edecem ki bu da kolay iş. ama kolay olmayan işler de var bu süreçte:

1- yarım bıraktığım filmleri izlemek.
2- yarım bıraktığım ve hiç başlamadığım kitapları okumak
3- sigarayı bırakmak
4- spora başmak
5-yarım bıraktığım makaleleri tamamlamak
6-