7 Ağustos 2021 Cumartesi

"BEN BÜLENT AYTOK ÖZALTIOK 23 YAŞINDAYIM VE ACAİP TIRT BİRİYİM "

 suyun balık için olan hayatiyetiyle benim için olan hayatiyeti nitelik olarak aynı ama niceliksel olarak farklı gibi yani su balık için gerekli benim için de gerekli ama fazla olursa beni öldürüyor su; fakat balığı öldürmüyor. aynı şey hava için de geçerli.  as a vice versa tabii. hava fazla olursa balığı öldürüyor ama beni öldürmüyor... gerçekten hiçbir yere bağlanılamayacak kadar kötü bir tespit; dahası başlangıçta son derece orijinal gibi gelmişti ama yazınca son derece tıraş bir benzetme, alegori olduğunu fark ettim.  yaptığın bir benzetmenin, yazdığın bir yazının yahut bizatihi kendinin tıraş biri olduğunu anladığın anın keskin ama hafif hüznü başka hiçbir şeyde yoktur bence ya. tıraş bir adam olduğumu anladığımda 23 yaşında falandım. esenler otogarında has turizm yazıhanesinde adana otobüsünün kalkmasını bekliyordum. epey susamıştım. tam dışarı su almak için çıkacaktım ki neyse ya birazdan otobüs kalkacak bedeva su var otobüste diyip vazgeçmiştim su içmekten. sonra adana'ya kadar yolculuk boyunca ne kadar tıraş biri olduğumu gizlemek için yaptığım şeyleri düşünmüştüm. amerikanvari bir senaryoda olsaydım o zaman, "BEN BÜLENT AYTOK ÖZALTIOK 23 YAŞINDAYIM VE ACAİP TIRT BİRİYİM " dediğim bir durumun yer aldığı terapi ortamına dair sekans yer alabilirdi filmde. neyse çok zorlama bir cümle oldu. 

2010 yılıydı. kıştı. akşam kuşağında sonradan kapanan cnbc-e'de  philip seymour hoffman'ın "capote" adlı filmi vardı. epey bir izlemiştim sonra bir şeyler araya girmişti de izleyememiştim filmi sonuna kadar ama seymour'un gelmiş geçmiş en iyi oyuncu olduğuna karar vermiştim o akşam. sonra izlerim neyse diyip not almıştım. 11 yıl sonra o notu gördüm bir şekilde ve izledim filmi bu defa sonuna kadar. izlerken sürekli acaba neresiydi diyip hatırlamaya çalıştığım sahneye gelince bi tuhaf oldum.



but, harness time... "dizginler zamanın elinde" bir idam mahkumunun, hayatını araştıran yazara yazdığı son mektupta -telgraf- geçiyordu bu satır. 11 yılı düşündüm yani filmi ilk izlemeye çalıştığım andan bugüne geçen zamanı ve evet dizginler zamanın elindeymiş. çok geç anladım, demeyeceğim tabii ki ama dizginler de hep zamanın elinde oldu, olmuştur. türkiye'de bir sinema eleştirisi yoktur; film tanıtımı vardır türkiye'de. ama buna karşın sineması da yani bu eksikliğine rağmen sineması da son derece yetkindir. kılı kırk yararcasına film çeken yönetmenleri vardır sözgelimi. hikaye anlatmayı bilen yönetmen bakımından epey münbit bir ülke burası. hikaye anlatabilmeyi çok isterdim. film falan çekmek değil salt hikaye anlatabilmek. markette gördüğüm birinin bile eve gelen kadar hikayesini kafamda kurarım ama iş anlatmaya gelince beceremem. mesela öğrencinin biri bir soru getirmişti bir  defasında soru kökünde "harput" sözcüğü geçiyordu. kitabın adına baktım final yayınları. sonra seçeneklerde "adana - mersin arasında..." gibi bir cümle vardı. neyse soruyu anlattım çocuğa kitabı diğer ders gel al benden deyip inceledim biraz. örneklerde elazığ adı çok geçiyordu. yayınevi de final olunca tabii otomatikman soruyu hazırlayan elamanın elazığlı olduğunu tahmin etmek güç değildi. adana da çok geçiyordu seçeneklerde. kitabın künyesindeki adları google yazdım. komisyondakilerden birinin elazığlı ve bir süre final adana'da çalışmış olduğunu gördüm. sonra biraz daha baktım sorlara. "K" ile başlayan bir kadın adının seçeneklerde sık sık kullanıldığını gördüm. sonra elamanın sosyal medya profillerine baktığımda evli olduğunu ve eşinin adının "B" ile başladığını gördüm. sanırım K'yi sevip B ile evlenmiş biri vardı karşımda. şöyle seçenekler vardı mesela: "K'yi görebilmek için fakültenin kantinine gitti" "Akşam yemeğini hazırlamak için B'ye yardım etti." en son açık paylaşımı Salda Gölü'nden. B'ile gitmişler ama tek çekildiği bir fotoyu paylaşmış final soru hazırlama komisyonundaki eleman. kendimi kara kitap'ta celal'in yazdığı bir köşe yazısından olmayacak anlamlar çıkaran okurlar gibi hissettim.