24 Ağustos 2012 Cuma

mendilimde kan sesleri varken

mendilimde kan sesleri varken, yedikule göğüs hastalıkları'nda yatarken yani, sadece yaşamayı, ne olursa olsun yaşamayı, istediğimi hatırlıyorum. 9. hariciye koğuşu'nda peyami safa "agaclarin sihhatine imrenmek" derken neyi kast ettiğini anladığımı hatırlıyorum, koğuşun penceresinden dışarı bakarken. ziyaretime gelenlerin de sıhhatine imreniyordum. sonra doktorlar, hiçbir şey anlamadığım test sonuçlarına, filmlere bakıp; anlamadığım dilde kendi aralarında bir şeyler konuşan doktorlar, ölmyeceğimi, çıkıp herkes gibi yürüyebileceğimi müjdelemelerini dört gözle beklediğim doktorlar, ne çok kıskanırdım onları. ve bir de antibiyotikler, günde on iki tane içtiğim antibiyotikler ve bir de süleyman amca: doktorların öleceğini yakınlarına söylediği ama kendisinin öleceğinden haberi olmayan, durmadan küfreden gençsin sen yaşarsın diyen süleyman amca. orada kıskanmadığım tek insandı.

mendilimde kan sesleri: hiçbir şiir bu kadar zihnimde dönmedi sanırım o ana kadar. sonra şu türkü:


hastahaneden çıktıktan sonra dönüp süleyman amca'yı yoklamadım. belki de iyileşmişti, bilmiyorum ama gidemedim bir daha yedikule'ye. ölümcül bir hastalıkla pençeleşmeyen birisi asla hayatı gerçek anlamda anlayamaz der peyami safa. hayatı anlamıştım ben de yedikule göğüs hastalıkları hastahanesinde: hayatta aslolan hayatın kendisiydi. bütün sorunlar yapaydı, gelecek kaygısı, okunmamış kitaplar, maddi kaygılar hepsi anlamını yitiriyordu. benimle aynı illetten muzdarip muzafer tayyip uslu'nun "kan" şiirinin sonundaki gibiydi her şey:

kan

önce öksürüverdim
öksürüverdim hafiften,
derken ağzımdan kan geldi
bir ikindi üstü durup dururken

meseleyi o saat anladım
anladım ama, iş işten geçmiş ola
şöyle bir etrafıma baktım,
baktım ki yaşamak güzeldi hala

mesela gökyüzü
maviydi alabildiğine
insanlar dalıp gitmişti
kendi alemine

gökyüzü maviydi, bu gökkubenin altında kalayım her ne olursa olsun kalayım, yeter ki kalayım, yeter ki "gün eksilmesin penceremden" yaşamak güzeldi; başka hiçbir şey güzel değildi sadece yaşamak güzeldi... yaşamak güzeldi de bu mendil niye hep kanıyordu? genç bir asistan doktor vardı, ağzımdan kan geliyordu her seferinde artıyordu ve her soruşumda ona nede bu kan bir türlü kesilmiyor diye "normaldir" diyordu. ağzımdan sürekli kan gelmesi normalse, anormal olan neydi peki?

 veremden öldüğünü bildiğim insanlar eliyordu aklıma, II. Mahmut, muzaffer tayyip uslu, Chopin, Schiller ve yoldaşım franz kafka. o günlere dair beni mutlu eden tek şeydi sanırım kafka'yla aynı hastalıktan muzdarip olmak. ve isa'nın en eski iki hastalıktan biri olarak tanımladığı hastalığa yakalanmış olmak vardı bir de. insanları yargılamak ve verem. ben ikincisine yakalanmıştım. birincisine yakalansaydım belki de ikincisine yakalanmayacaktım, kimbilir?

neyse sabah olmak üzere, adana'dayım. bir 26 nisan günüydü hastahaneye yatırıldığımda. to be continued..








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.