25 Eylül 2022 Pazar

Kendine Dışarıdan bakmak yahut bakamamak

 Akşam yemeklerinden sonra bir türlü ne kadar mücadele edersem edeyim vazgeçemediğim bir alışkanlık var, uyumak. Yani bi yarım saat falan. Bu öyle bir tutku haline döndü ki gün içersinde akşam yiyeceğim yemeği ve ardından çekeceğim uykuyu düşünüp heyecanlanıyorum.

Bugün de yaptım aynısını fazla uyuyamadım ama kapı çaldı aşağıdan. Yanlış zile basmış biri. Geri uyumaya çalıştım ama olmadı, garip bi sinir vardı üzerimde. Zile sinirliyimdir diye düşündüm ama huzursuzluk da vardı. Gördüğüm rüyayı hatırladım. Yemek üzerine uyunmuş birkaç dakikalık bir uykuda gördüğümü rüyayı.  

Morgtaydım. Morg yetkilisi ölünün yattığı dolabı açıp mevtayı gösteriyordu. Ölü bendim. Fakat bakan kimdi yani kime teşhis ettiriliyordu bedenim? bir an cesedime bakanın kendim olduğunu sandım fakat ben gibi de değildim bakan çünkü daha önce duyumsadığım türden bir acı duymuyordu  cesedime bakan kişi. (bakan kişinin acısını hissedebildiğime göre bakan ben olmalıyım aslında) Sonra morgun çekmecesi kapatıldı. (boğuluyor gibi oldum uyandıktan sonra hatırlayınca bu rüyayı.) bir süre morg çekmecesinde yatan cansız bedenime baktım. kelimenin tam anlamıyla kan ter içinde uyandım sonra. daha önce bu kadar kesik ve sık soluğumu hatırlamıyorum. 

 düşündüğüm belli belirsiz yaptığım, daha sonra derinleştiririm dediğim  tespitlerimden biri de insanın kendine dışarıdan bakmasının onu hareketsizleştirdiğine dair olandır. o yüzden ben kariyer planlamacısı, danışmanı yahut ne bileyim kişisel gelişim uzamanı falan olsam danışanlara diyeceğim ilk şey "kendinize dışarıdan bakmayın" olurdu. kendine dışarıdan bakabilen insanlar müthiş yaratıcı bir bilim yahut sanat insanı olabilir. bakmayanlar da ne bileyim mesela müthiş iş insanı olabilir onlardan da. bir de benim gibiler vardır; kendine dışarıdan yarım yamalak bakabilenler. okuyanlar hemen hatırladı dostoyevski'nin "insancıklar" romanındaki makar devuşkin'i. şöyle der bir yerde makar: "fakat herkes eser verecek olsaydı, kim yazıları temize çekecekti? ama ne yazık ki müsvedde diyerek bir benzerlik buluyorlar! tamam da bu müsvedde lazım size, bu müsvedde işinize yarıyor, bu müsvedde sayesinde işler yolunda gidiyor, bu müsveddeye ikramiye vermeniz lazım; müsvedde olsa bile!" sanatçılar eser veriyor insancıklar ise olsa olsa bir eseri redakte edebilen canlılar. kaldı ki insancıklar da aslında insan müsveddeleridir, başka bir şey değil. (tam olarak hangi bağlamdaydı hatırlayamıyorum ama Michelangelo Antonioni'nin "il grido filmi de aklıma gelmişti insancıklar romanıyla beraber. neyse yine ve yeniden ne kadar entelektüel olduğumu göstermeye çalışıyormuş gibi yazmaya başlamışım. oysa sevgili okurlarıma bunu bir daha asla yapmayacağıma dair söz vermiştim ama neyse.. 

üniversite 3. sınıftaydım. adana'nın yerel kanallarının birinde bir filmin başlangıcına denk gelmiştim. yönetmen nesli çölgeçen yazıyordu. tabii ki kumandayı bırakıp izlemeye başladım. "imdat ile zarife" diye iyi bir filmdi. daha açılışta bir şaheser izleyeceğinizi garanti ediyordu film. nefisti açılışı filmin. neyse derdim filmi anlatmak değil aslında filmin görüntüleriyle oluşturulmuş bir ezginin günlüğü şarkısı var o takıldı dilime birkaç gündür.  


bir de "Requiem For A Dream" zenci elamanın eroin yoksunluğu çektiği sıra pencereden ağaçları izleyen annesinin kucağına atlayıp kulağına bir şeyler fısıldadığı ve annenin çocuğa müthiş bir sevgiyle sarıldığı sahne geliyor aklıma. kişinin aktüel zamanıyla kişisel zamanının bu denli kuvvetli çatıştığı bir sahne hatırlamıyorum sanırım. sahnenin devamında zenci elaman yatakta cenin pozisyonunda ağlıyordu. film üzerine yazılan tüm yazıları -tabii ki internette olanları- okudum sanırım. bir kişi de çocukların hayatı yasadışı uyuşturucuyla kararırken annenin hayatı yasal uyuşturucularla (televizyon ve zayıflama hapları) kararıryor ikiliği üzerinden açıklamamış filmi. film "okuma" sevdalısı geri zekalılardan olup da buraya yolu düşen olursa alıp kullansın bu ikiliği.


3 Eylül 2022 Cumartesi

bir şeyin orada olmadığını unutmak

 bir şeyin var olmadığını bilmekle bir şeyin orada olmadığını unutmak aynı şeyler değil; çünkü bir şeyin orada olmadığını unutmak aslında bir çeşit  hatırlama sürecidir. hatırlama da denmez aslında buna; tam olarak onu yaşamaktır.  orada olmayanın (bu satırları yazarken inanılmaz bir şekilde coen'lerin "the man who wasn't there" filmini tekrardan izlemek hissi hasıl oluyor) yani aslında o anda orada olmayan bir şey için oradaymış gibi davranmak yani onun orada olmadığını unutmak en kesif hatırlamadır. şu halde hatırlamak unutmaktan türeyen bir eylemdir diyebiliriz. 

 rastgele bir yerinden açıp binbir gece masalları okumak kadar zevkli çok az şey var bu dünyada. hikaye uydurmayı bu kadar iyi bilip de sineması, romanı araplar kadar başka bir millet daha yoktur galiba. yani neyse ne tabii gerçekten bu tespiti okumak için mi giriyor insanlar bu bloğa (3 kişi)? tabii ki hayır. 

yalan söylemek yahut sık sık yalanlara başvurmak aslında kişinin  hikaye anlatma isteğinin bir nevi dışavurumu gibi bir şey. (nietzsche'nin yalan söyleyen birine müdahele etmemek gerektiğini salık vermesi de bundandır belki kim bilir? değil aslında da neyse nietzsche okuduğumu falan araya sıkıştırmak istedim galiba) fakat hikaye anlatmak, film çekmek insanlara bir şeyin orada olmadığını unutturmak süreci aslında. 

bir şeyin orada olmadığını unutarak yaşamak. böyle belli belirsiz duyumsayıp söze gelmeyen ya da getirilemeyen şeyler vardır. beni aşar bunu anlatmak dediğiniz. benim ilmim "bir şeyin orada olmadığını unutarak yaşamak"ı duyumsamaya yetse de görüleceği üzre anlatmaya yetmiyor.