kaybetme güzellemesi yapılabilecek bir şey olmamasına rağmen sanat kazananı değil kaybedeni güzelledi hep. bunu iyi yapanlar oldu ben biraz onlardan bahsetmek istiyorum.
"Her neyse, hep, büyük bir çavdar tarlasında oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. Binlerce çocuk, başka kimse yok ortalıkta- yetişkin hiç kimse, yani- benden başka. Ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. Ne yapıyorum, uçuruma yaklaşan herkesi yakalıyorum; nereye gittiklerine hiç bakmadan koşarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor, onları yakalıyorum. Bütün gün yalnızca bu işi yapıyorum. Ben, çavdar tarlasında çocukları yakalayan biri olmak isterdim. Çılgın bir şey bu, biliyorum, ama ben yalnızca böyle biri olmak isterdim. Biliyorum, bu çılgın bir şey."
Salinger'in çavdar tarlasında çocuklar'ıyla başladığımı tabii ki az biraz mürekkep yalayan herkesler anlamıştır. basit bir romandır bu; basit bir insanın hayatını anlatmasından mütevellit bir basitlik ama. holden nam genç arkadaşımız okuldan atılır. her şeyin farkındadır, amansızca dikkatlidir ve masumiyete inanır genç holden. sürekli arabalarından konuşan erkeklerden nefret eder holden; çünkü kadınlar (güzel kadınlar) hep böyle erkeklerle evleniyordur. sonra tüberküloz olur genç arkadaşımız (zavallı necdet, zavallı necdet...)ve sonra "sakın kimseye bir şey anlatmayın. herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra.” diye bitirir genç arkadaşım anlatacaklarını. o kadar sadedir ki roman sadelik bir süs olur ve estetik bir hal almaya başlar. sadelik sadece masumiyete inanalar için bir süs olabilir ki onların başka bir süsü var mıdır ki?
biraz müzik arası verelim mi tam burada.
aslında müzik değil bu tabii ama ne bileyim işte. özellikle 2:14 - 2:40 arası kaybetmişliğin en güzel anlatıldığı sahnelerden biridir belki de. (beni tanıyanlardan biri hatırlatabilir mi ya bi ara zavallı necdet'ten bahsetmek istiyorum "elim bir aşkın pençe- i ızdırabında inleyen" necdet'ten)
gelelim tüm zamanların en kaybedenine: dvoynik yani "öteki" romanının kahramanı bay golatkin'e yani. tabii bir kitabın önüne "tüm zamanların" gibi bir sıfat getireceksek bu kitabın yazarının adının dostoyevski olduğunu söylemeye bile gerek yok sanırım. bu konuda da yalnız değilim freud, nobakov ve hatta dostoyevski'nin kendisine göre de en iyi yazılmış en iyi romandır öteki; yani yakov petroviç golatkin.
"ben salon yaşamının gürültüsünü değil sessizliği severim. salonlarda, çizmelerle parke cilalamayı bilmek gerekir. oradakilerin istediği bunlar, bir de kelime oyunları.. zarif komplimanlar yapmayı da bilmek gerekiyor. oralarda bunları istiyorlar. bu inceliklerin hiçbirini öğrenmedim; vaktim olmadı. ben basit, sade bir adamım, görünüşümde bir parıltı yoktur. bu konularda silahsız bir asker gibiyim"
(dikkatli kari Golyadkin'le Holden Caulfield'in sadelik -düzlük belki de, yahut basitlik mi demeli- ne kadar da benzer olduğunu fark etmiştir. golyadkin'in tanısa çok seveceği sağlam arkadaş olacağı kişi sadece holden değil tabii ki. golyadkin, yakup'la da çok iyi arkadaş olurdu. hani şu "çağrılmayan yakup: Kurbağalara bakmaktan geliyorum, diyip Bunu kendine üç kere söyleyen ve :
Onlar ki kalabalıktılar, kurbağalar
O kadar çoktular ki, doğrusu ben şaşırdım
Ben, yani Yakup, her türlü çağrılmanın olağan şekli
Daha hiç çağrılmadım
Biri olsun "Yakup!" diye seslenmedi hiç
Yakup!
Diye seslenmedi ki, dönüp arkama bakayım
Ve içimden durgun ve çürük bir suyu düşüreyim
Ceplerimdeki eskimiş kağıt parçalarını atayım
Sonra bir güzel yıkanayım da.
Ben size demedim mi." diyen yakup. buradaki kurbağalar "o kadar çok olan kurbağalar yani kim oluyor sence ey kari? yakup'u fark etmeyen bir kez olsun onu çağırmayanlar kim? sen yakup'u farketmedin diye edip cansever de mi fark etmeyecek sandın? golyadkin'i sen görmüyorsan dostoyevski de mi görmeyecekti? )
burada bi müzik arası verelim mi (kibarlıktan soruyom amına koyim verecem yoksa sana mı soracam) vazgeçtim golatkin'in dün adlı şarkısının linkini verecektim ama vazgeçtim. bul dinle amına koyim bana ne.
neyse efendime söyleyim ne diyorduk. bay golyadkin (golatkin ya da) hemen tüm insanlığın en temel hastalığı olan başkası olma hastalığına (şizofreni diyor buna bazıları ben buna sanat diyorum) yakalanmış bi abimizdir. golyadkin tipik bir yeryarılsadaiçinegirseminsanıdır. (bu tamlamayı niye böyle yazdığımı tutunamayanlar'ı okuyanlar bilir. eski bir ekşici piç olarak tutunamayanlar'a selam çaktım burada yani) çok karışık yazıyorum farkındayım ama napalım gece geç saat biraz da şarap içiyom, kırmızı hem de fena kırmızı)
golyadkin her yeryarılsadaiçinegirseminsanı'nda olduğu gibi had sorgular. yani kendi haddini sorgular: "duralarsa bir çuval inciri berbat edeceğinin farkındaydı. öyle de oldu. duraladı ve şaşırdı... şaşırınca kulaklarına kadar kızardı, kızarınca dağıldı, dağılınca bakışlarını yerden kaldırdı, bakışlarını yerden kaldırınca çevresine bakındı, çevresine bakınınca dondu kaldı." golyadkin çağrılmadığı bir davete gittiğinde -ki bu davet zengin ve üst düzeyden bir memurun davetidir- yaşanıyor bunlar. gidip gitmemeye haddi olup olmadığını düşünür epey bir süre golyadkin. gider ama sudan çıkmış bir balık gibi olur "seçkin" davetlilerin önünde. herkes ona bakıyordur ve o :" o anda yer yarılsa hiç tereddüt etmeden, gözünü kırpmadan, son derece büyük bir istekle içine girerdi." işte bu haldedir yani yeryarılsadaiçinegirsem diye düşünmektedir. eyleme geçip geçmeme tereddütü onun kimliğidir adeta. bu yüzden de çok hayal kurar ve olası eylemleri sonucundaki olası sorunları da hep hayalinde çözer golyadkin. bu yüzden o hem bir yeryarılsadaiçinegirseminsanı'dır hem de sorunlarıhayallerindeçözeninsan'dır: "bay golyadkin'in içinde bulunduğu durumu bir dereceye kadar benimsediği belliydi. şöyle düşünüyordu: şu avize, şimdi şu avize yerinden kopsa ve insanların üzerine düşecek olsa hemen atılırım, klara olsufyevna'yı kurtarırırım..." golyadkin, davetsiz olarak gittiği -bin bir tereddütle- yerde kendini oradaki "seçkin" konuklar önünde "rezil" ettiğinde içinden işte bunları geçirmektedir. olağanüstü bir şey olacak; yani avize düşecek, o da davetin en gözde genç hanımının üzerine düşüyordur neredeyse tabii ve golyadkin genç hanımı kurtaracak böylece herkes ona minnettar olacak. tabii hiçbiri olmaz bunların ama golyadkin sorunu yani "rezil" olmasını hayalinde absorbe etmiştir. ve fakat.. heyhat... golyadkin gibilerin aslında olmak istediği insan tam da burada devreye girer. golyadkin ne ise o olamayan bir ikizi (yani öteki ben'i) burada girer devreye. şımarık, züppe, iş bitirici, yalaka, kurnaz bir golyadkin peyda olur romanda birdenbire. golyadkin ne yapamıyorsa golyadkin'in ikizi onu yapabilmektedir. amirlerine yalakalık yaparak kendini sevdirebilmektedir mesela. bu ikiz golyadkin aslında gerçekte yoktur tabii. gerçek golyadkin onu zihninde yaratmıştır ve var gibidir gerçekte aslında. çünkü golyadkin kendisi olarak çevresinde kabul görmemiştir ve o da zihninde "onların" istediği golyadkin'i yaratmıştır. ey onlar! her kimseniz siz tebrikler bir kişiyi daha delirttiniz:
"kahramanımız, kendisine pek inanmamakla birlikte, düşünüyordu: ah iyi sonuçlansa bu iş! ben.. hayır, iyisi mi öteki taraftan... ya da öyle mi yapsam?... kahramanımız böylece kuşkular içinde, kuşkularının anahtarını arayarak semyonovski köprüsü'ne kadar koştu. oraya varınca sakinleşti, geri dönmeye karar verdi. 'böylesi daha iyi diye' geçirdi içinden. öteki taraftan gidersem daha iyi olacak, yani öyle yaparsam.. şöyle yapacağım: bir yabancı gibi bakacağım duruma. orada her şey bitecek. ben şöyle bir bakıyorum, bir yabancıyım. ORADA NE OLURSA OLSUN SUÇ BENDE OLMAYACAK. evet öyle yapacağım. şimdi öyle yapacağım." kendi değer yargılarınızla, beğenilerinizle, doğrularınızla yargılayıp sırf sizler gibi değil diye golyadkin gibilerde yarattığınız bu suçluluk hissi yüzünden akıl hastanelerinize "deli" diye aslında sizin gibi olmayanları kapattınız. (ya da canım selim ışık gibi canım van gogh gibi canım mustafa ırgat gibi intihar ettirdiniz.) havalı da bir ad verdiniz onlara "şizofren". sensin şizofren amına koyim. ya bu nasıl bir istektir tanrım: "ORADA NE OLURSA OLSUN SUÇ BENDE OLMAYACAK" bu orası neresidir? cennet mi? golyadkin gibilerin (çağrılmayan yakupların, muhsin kanadıkırıkların, Holden Caulfieldlerin, selim ışıkların, zavallı necdetlerin, makar devuşkinlerin, akaki akakiyeviçlerin... yani) olduğu sizlerin olmadığı yer yani işte orası. orada golyadkinler suçtan vareste olacak.
"selam versem mi vermesem mi? seslensem mi seslenmesem mi? kimliğimi gizlesem mi gizlemesem mi? yoksa ben başka biriymişim gibi bana çok benzeyen biriymişim, ortada bir şey yokmuş gibi mi yapsam? evet, bu ben değilim, ben değilim, o kadar!" bir insanın kendi gibi olmasını onun cehennemi haline getirip ve sonra da ona şizofren, ahlaksız vs. gibi damgalayarak tanrı'nın sevgisini kazanabileceğinizi mi sanıyorsunuz?
yanılıyorsunuz.
"en önemli sözü en sonda yazacağımı sanıyorsan aldanıyorsun hiçbir zaman benden bekleneni vermeyi becerememişimdir bekleyenleri utandırmışımdır daha fazla yazamayacağımı hissediyorum"