30 Ocak 2015 Cuma

tipik haneke değil işte amına koyim

"hiç kimse tarihi değiştirmeden anlatamaz" der ernest renan. bunu kişilere özgülersek -çünkü renan bunu toplumların tarihini yazanlar için söylüyor- hiç kimse kendi kişisel tarihini değiştirmeden anlatamaz diyebiliriz. hatta kendine bile.. kendine bile yalan söyleyebilir insan kendi kişisel tarihinden bahsederken kendine yahut başkalarına. hayatıma bir çeki düzen verme isteği gelir böyle zamanlarda -bugün doğduğum gün ya o bakımdan şey ettim- geçmişi düşünürken aleni hatalı olduğum şeyleri ya yok sayıyorum ya da onları mantığa bürüyecek sebepler buluyorum, hadi uyduruyorum diyelim. neitzsche olsa "insanca pek insanca" derdi buna biliyorum. ama ben neitzsche değilim dahası hayatımda böyle biri de yok; yani neitzsche gibi biri yok. ama -evet ama dedim birazdan kuracağım cümleler bundan önceki kısmı silip atmalı ama atmayacak nasıl mı? aha da böyle- geçmişi düşünürken ben de herkes gibi kendimi temize çıkarıyorum ve fakat bir farkla asıl gerçeği tahrip ettiğim gerçeği bir türlü tahrip edilmiş yeni gerçeği asıl gerçeğin yerine  mutlak bir şekilde ikame edemiyorum. tahrip edilmiş gerçekle asıl gerçek bir arada mutlu mesut (demek isterdim ama değil) duruyor zihnimde öylece. bu da eyleme geçememe gibi bir sonuçla vaz ediyor kendini. bir türlü eyleme geçememe yani. kendimi biraz yüceltip buna aydın hastalığı diyebilirim; ki gerçekten öyledir aydın hastalığıdır eyleme geçememe. kış uykusu filmini izleyenler bilir oradaki aydın karakteri de muzdariptir bundan hamlet de muzdariptir ve daha birçok aydın. ama ben aydın değilim. sadece herkes gibi kendimi mutlak kandırmayı başaramıyorum. ya da çoğu insan gibi diyeyim. kabahati sürekli muhasebecisine atan müflis bir tüccarın iflas etmesinde kendi payı da olduğunu içten içe k-abul etmesi gibi işte. bunu sözgelimi içki masasında arkadaşlarına "alçak muhasebeci yüzünden iflas ettim" diye anlatırken aslında kabahatin kendisinde olduğunu bilmektedir. insanlar ondan madem muhasebecin suçlu tekrar dene iyi bir muhasebeci bulursun dediğinde buna inanır ilk başta ama bir türlü yeniden ticarete atılamaz çünkü ticarette çuvallamasının müsebbibinin kendisi olduğunu biliyordur. olm bak bunları okurken aha ya valla ben de böyleyim diye düşünüyorsan:
1- yarrağımı böylesin amına koyim değilsin.
2- velev ki sen de böylesin burada derman yok yani bi çözüm falan söyleyemeyecem sana bu durumla ilgili siktir git kendi derdine yan
3-beşiktaş adamın amına kor
4- 30 ocak'a girdik an itibariyle. resmi olarak doğum günüm bitti.
5-
6- 5. madde niye boş diyeceksin, belki de. anlatayım..

evin evime karşı evim evine karşı mehmet efendi. bu hikayeyi bilen bilir bilmeyen de işine baksın. bedavaya yok öyle her şeyi anlatmak. onun yerine "yedinci kıta" filminden bahsedeyim biraz. "tipik haneke ya" filmi denir ama lakin ki öyle değildir. film evli bir çiftin bütün eşyalarını parçalamaları üzerine bina edilmiş. bunu salak olmayan herkes anlıyor zaten ama sorun neden eşyalarını parçalıyorlar. (bu arada izlemeyenler için filmin can alıcı sahnesi aha da burda:

https://www.youtube.com/watch?v=sKhIB6R_ZGc

eşya ya da nesne canlı olmayan şahitleridir anılarımızın. bulantı (la nausse) okuyanlar j.p. sartre'nin buna "nesnelerin şahitliği" dediğini anımsar. biz ne kadar değiştirmeye çalışsak da geçmişimizi nesneler sabitlilikleriyle buna müsade etmezler. yani sözgelimi çok mutlu(ymuş) gibi olduğunuz bir yıl dönümünde alınmış bir hediye varlığıyla, değişmez olan varlığıyla bize gerçeği anımsatır. nesneler gerçek şahitlerdir ve asla yalan söylemezler. nesneler varlıklarıyla bize kendimizi mutlu sandığımız anlarda aslında neler hissetiğimizi anlatırlar. biz sormask da.. kendimizi rahat rahat kandırmamıza izin vermezler, gerçeği dayatırlar. ve bir süre sonra tahammül edilemez bir hale gelebilirler. bu yüzden yok edilmeleri lazımdır. hayır burada nesneleri yok ederek onların dayattığı gerçeklikten kurtulmaya çalışmaktan bahsetmiyorum. aksine o nesneleri kırarak gerçekle yüzleşmekten bahsediyorum.

neyse fena halde şarap etkisindeyim. daha fazla yazamayacam...

bunu yazan tosun okuyana kosun...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.