24 Haziran 2017 Cumartesi

iç sesin yüksek sesle konuşmaya başlaması yahut "her istediğin olacak diye bir kural mı var?"

bu uzun, okuması dahi meşakkatli başlığın hakkını verebilmeyi umarak sözlerime başlamak istiyorum; ama birazdan dışarı çıkıp bira içecem. hızlı hızlı  bir şeyler yazmak istedim öncesinde. başlığın yahut'tan sonraki kısmı hesapta yoktu aslında. birdenbire aklıma geldi bunu da eklemeye karar verdim. babam ben küçükken birkaç defa kullanmıştı bu sözü. sözün kullanıldığı bağlam malum. çocuksun ve bir şeyler istemişsindir, "hayır" denmiştir, ısrar etmişsindir, 'niye?' demişsindir niye olmasın ki istediğim şey ve fakat akabinde bu müthiş cevap:  "her istediğin olacak diye bir kural mı var?" (cevap öyle derin anlamlar içermiyor, farkındayım fakat bir çocuğun zihniyle düşünmeyi deneyin burada. (bu söz, bende bir travmaya neden olmadı ama onu baştan söyleyeyim. hatta genel anlamda çocukluğuma dair hiçbir şey bende bir travmaya neden olmadı. sadece her çocuk gibi üzülmüşümdür ben de bazı şeylere hepsi bu. olur ha yazının gelişinden benim bir çocukluk travmamdan bahsedeceğim beklentisiyle okumaya başlayan vardır diye baştan uyarayım istedim. benden bir kafka falan çıkmamasından da bunu anlamış olmanız gerek zaten tanıyanlar için söylüyorum.)
kendinde her şeyi yapabilme hakkını gören raskolnikov'un bu düşüncesinden vazgeçmesine neden olan saikleri yazmak istiyordum ama vazgeçtim. hayır, çocukluğuna dair yaşadığı seyler yüzünden vazgeçmedi raskolnikov bu düşüncesinden. romanı okuyanlar bilecektir zaten bunu. her istediğini yapmaya hakkı olduğu halde bunu yapmaktan feragat eden insanların bir şiiri; her istediğini yapmaya hakkı olduğunu düşünüp bunu da yapan insanların ise bir hayatı vardır. (upuzun bir şiirdir Radion Romanoviç Raskolnikov'un yaşa(yama)dıkları.  tam burada bir şarkı arası verelim mi? ben de birkaç bira içip gelecem bu arada:


neyse ne diyordum, eve geldim. başından beri bildiği şeyleri bilmezden gelerek yaşamak: tam da buna yaşamak diyoruz. olağanüstü hiçbir şey yok; ama olsaydı ne olurdu diye de yaşıyoruz. burada iç ses devreye giriyor hep. biteviye konuşan, konuşması için de susması için de hiçbir nedeni olmayan bir ses. (Sartre olsa buna ne derdi acaba? sike sike "kendinde" demek zorundaydı. her kendi - için zorunlu olarak bir "kendinde" barındırıyor içinde. bunu fark ettiğimde varoluşçu külliyata yeni, daha önce hiç düşünülmemiş bir katkı yapacağımı sanmıştım belki de hala öyle ama sikerler ya kimin umrunda bu? benim bile değil. heyhat!) beni bu ilgilendirmiyor. önceleri susturamadığım iç sesim salt iç ses olarak takılıyordu. artık yüksek sesle konuşuyor benle. ne yazık ki bir yabancı gibi falan da  değil beni çok iyi tanıyan biri nasıl konuşursa öyle konuşuyor. biri bana nasılsın dediğinde 'iyiyim' diyorum fakat iç sesim "eksik" diyor, bir iç sese uygun olarak iç ses gibi haddini bilerek içten konuşuyor. şimdilik kimseler olmadığında yükseltiyor sesini içsesim. ama "içimden bir ses" iç sesimin dış dünyayla iletişim kuran dış sesimi bir gün bastıracağını söylüyor. en sonunda "gerçek" galebe çalar. iç sesimin söylediklerini biliyorum bir gün artık tırnak içine almadan yazacağım. (svetlana boym, "tırnak içinde ölüm" kitabında bunu mu anlatıyordu? tanrı'nın iç sesi var mı acaba? retorik soru bu aslında, cevabını çok da merak etmiyorum. ama kader diye bir şey yok, olsaydı iç ses olmazdı. iç sesim iç ses olmaktan çıktı bir süredir hükmünü yüksek perdeden icra ediyor artık. (dikkatli okur yazının şakülünün kaydığını fark etmiştir. en iyisi burada kesmek daha fazla saçmalamadan.)












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.