21 Mart 2015 Cumartesi

hayatıma fon müziği

yazmayacam demiştim bi süre. pek bi şey yazmıyacam zaten. biraz önce barajyolu'nda iç sesime (seslerime?) bi fon müziğinin eşlik ettiğini fark ettim. her sabah uyandığım andan uyuduğum ana kadar her ne yapıyorsam arka planda bu fon müziği çalmaya başlıyor. niye bu müzik, bilmiyorum. sanırım filmdeki elemanların hiçbir işinin rast gitmemesinden mülhem oldu.


şu an bunları yazarken bile çalıyor bu müzik.

amına koyim ya amına koyim

10 Mart 2015 Salı

hata yahut meksika sınırı üzerine


çok fazla yazmayacam. pek gücüm yok artık kafamı toparlayıp bir şeyleri derli toplu anlatmaya. ihtimal ki bu da buradaki en azından uzun bir süre son yazı olacak. son yazı olacağına göre güzel vurucu bir yazı bekleyen varsa şimdiden siktir olup gidebilir buradan; çünkü güzel bir yazı olmayacak bu. (istesem bunu yapabilirim ama tanıyanlar bilir) ruhsal bir hezeyan yahut bir duygu patlaması yahut ancak çok sevilenle paylaşılabilecek türden de bir yazı olmayacak. hala okumaya devam mı? oku o zaman amına koyim.


Toplumsal ilişkilerin belirlediği doğruları yaşayarak birey olunamaz; insanı yalnızca toplumun hata dediklerini yaşamak bireyselleştirir. Salt doğrunun yada salt hatanın tarafında olmak değil kastım ama; eşikte olmak bireyselleştirir demek istiyorum. nedir hata? toplumun onaylamadığı türden "ahlaki" şeyler işte. bunlara hata denir. hepimiz hatalar yaparız gibi salakça bir yere bağlamayacam. hepiniz hata yapmıyorsunuz çünkü. burada kendimi sizden ayırabilirim çünkü sizin "hata" dediğiniz şeylerden yapıyorum ben sürekli. (dikkat etmiyor musunuz çoğu zaman bir ayrık otu gibiyim aranızda) tabii ben bunlara hata demiyorum siz "hata" dediğiniz için ben de bu tabiri kullanıyorum yoksa hata falan yaptığım yok benim. hiç kimse farkına varmadan hata yapmaz. hayat bir şekilde seni "hata" kabul edilen eşiğe getirir ve orada bırakır. bundan sonrası sana kalmıştır. o "hata"yı yapadabilirsin yapmaya da bilirsin. şayet senin için bir meksika varsa o "hata"yı yaparsın yoksa yapmazsın. (bu meksika sınırı kavramı tv.de bi program adından alıntı bu arada) hani amerikan filmi klişesi vardır: amerika'nın tüm hata yapanları çölde arabayı hızla sürerler; arkalarında o yapılan hataları affetmeyen hata avcısı şerif ve adamları vardır. onların görevi hata yapanları meksika sınırını geçmeden önce yakalayıp, yargılamaktır. amerika saf, katı toplum düzeni temsil eder burada. bu düzende hataya yer yoktur ve hata yapanlar cezalandırılır. meksika ise hata yapanların cennetidir. bilmiyorum anlatabildim mi? bu hayatta bizim de meksika sınırlarımız vardır. (sizin yok tabii amına koyim nereden olacak. benim var ama. siz amerikasınız.) toplumun, devletin bütün baskı aygıtlarından kaçabileceğim bir meksika. orada hata yapmaya yer vardır. hata yaptığın için kimse seni yargılamaz. bir "hata" seni meksika'ya sürükler ve sen sonra hata yapmaya devam edersin. (burada ikinci hata sözcüğü tırnak içine alınmadı dikkat ettiysen. birincide tırnak içinde. çünkü birincide amerika'dasındır orada yaptığın şey (ya da şeyler) "hata" kabul edilir. daha sonra meksika sınırını geçip meksika'ya varırsın ve artık orada yaptıklarına hata denmez.





(şarkı da dolaylı yoldan ne demek istediğimi anlatır. güzel şarkıdır)


yanında hata yapabilmekten korkmadığın insana (ya da insanlara) seni götüren yine bir "hata"dır. ve yalnızca hata yaptığında birey olursun. hata yapmadığın sürece amerika'da kalırsın hep. oysa hata yaptığında artık meksika'ya iltica eden bir mülteci olmalısın.


ben, en içten mülteci duygularımla meksika sınırından geçtim..


7 Mart 2015 Cumartesi

odaklanma ve kanalize olma üzerine yahut her ne sikimse işte

başlıktan da anlaşılacağı üzere bir şey anlatmayacağım. cumartesi, öğlene doğru. sıkılıyorum biraz . dışarı çıkıp bir şeyler yapacaktım ama biraz önce uzanıp o hissin geçmesini bekledim. geçti şükür. bir şey yapmayacağım. birazdan uzanıp yuhanna incili okurum biraz. aslınca odaklanma üzerine yazacaktım. yazdım da hatta bir şeyler ama yatarak yazdığım için pek okunmuyor o yazdıklarım. zaten normalde de yazım çirkindir. o yüzden başka bi zaman yazarım. (erteleme hastalığından ötürü değil bu defa; kafamı toparlayamıyorum bu yüzden) taslak halinde bi kaç yazı var makale aslında yani hakemli bi dergide yayınlanabilecek türden yazı taslakları. ama elim gitmiyor uğraşmaya:

1- orhan pamuk'un kara kitap romanında aşırı yorum

2- jean luc godard ve robert bresson sinemasında ve bilge karasu'nun Gece romanındaki ortak yitimler üzerine (zaman, dil, oyunculuk vs. gibi yitimler)

3- sezai karakoç'un baudelaire dair etkilenme endişesi

4- kara kitap'ta etkilenme endişesi.

bu konular üzerine taslaklar var elimde. ama dedim ya gitmiyor elim yazmaya. 3 haftadı sol gözüm seyiriyor. geçmedi bir türlü. magnezyum eksikliğinden olurmuş. ulan bundan önce niye seyirmiyordu hayatım boyunca bilinçli bir şekilde magnezyum almadım hiç ama ne hikmetse eksikmiş vücudumda. kaç para ulan bi magnezyum ha kaç para???

bu eksikmiş vücudumda. olm daha önce var mıydı ki lan bu. çocukken balkon demiri yalardım. acaba yine yalasam iyi gelir mi? neyse işte.. odaklanma diyecektim.

şah damarım kadar yakınıma girebilenlerin benle ilgili yaptığı ortak tespitlerden biri bende odaklanma sorunu olduğu yani benim bir şeye yahut birine çok fazla odaklandığım şeklinde.
oysa bende bir odaklanma sorunu değil odaklanamama sorunu var sayın hakim bu yüzden itiraz ediyorum.
hakim: kabul edildi, buyrun söz sizde.
teşekkür ederim sayın hakim. bendeki odaklanamama sorununu benim "odaklanma sabiti" adını verdiğim bir kavram üzerinden açıklayacağım sayın hakim. tabii bunun için önce "odaklanma sabiti" kavramını açıklamam gerekiyor sanırım. yetişkin bir kişinin hayatın olağan akışı sırasında ilgisini vermek ZORUNDA kaldığı şeylere ben odaklanma sabitleri diyorum. söz gelimi yeni bir araba almak istemek, ev almak için kredi borcuna girmek, yeni eve yeni eşyalar almak, evde tadilat yaptırmak, çocuğun okul masrafları yahut hastalanması, yaz tatili için para biriktirme... iphone 5, 6, 7 vs. almak ne bileyim buna benzer daha bir sürü şey işte. ben tüm bu ve benzeri şeylere odaklanma sabitleri diyorum. kişinin hayatındaki bu odaklanma sabitlerinin sayısı ne kadar çoksa odak mekanizmasındaki hareketlilik de o kadar artıyor.

savcı: itiraz ediyorum sayın hakim, somut bir  suç, soyut akıl yürütmelerle mazur gösterilemez.
hakim: kabul edildi. sadede gelin lütfen.

peki anladım sayın hakim. bunu şöyle somutlayabilirim. sabah uyandığı andan itibaren gün içerisinde çocuğunun o gün gireceği sınava, evde yapılacak tadilat için ustaları aramaya, iş yerinde bu yılbaşı ikramiye verilip verilmeyeceğine, ev kredisinin bitmesine daha kaç ay kaldığına, akşam çocuğu okuldan kimin alacağına vs. kafa yormak zorunda kalan birinin odaklanma sabitlerinin çokluğunu ve bu yüzden de odaklanma mekanizmasının hareketliliğini görebiliyoruz burada sanırım. bu hareketliliğin kişi için birçok faydası vardır. sözgelimi kişi, gün içerisinde zamanın nasıl geçtiğinin farkına bile varmaz. hatta haftaların, ayların, yılların bile göz açıp kapayıncaya geçtiğini hisseder bu kişi.
odaklanma mekanizması hareketli olan kişi için gün içerisinde yahut günler içerisinde yaşanabilecek olası olumsuzlukların telafisi de son derece kolay olabilir. iş yerinde terfi alamamanın verdiği sıkıntıyı çocuğunun iyi bir okul kazanmasının verdiği sevinçle ikame edebilir.

savcı: itiraz ediyorum sayın hakim. sanık ısrarla kendisi gibi olmayan kişilerin güzel anları için "mutluluk" kelimesi yerine "sevinç" kelimesini kullanmakta. sanığın kendisi gibi olmayanlara -hiç de haddi olmamasına rağmen- tepeden baktığını, onları küçümsediğini gösteriyor bu. sanık adeta kendi gibi olmayanlara sizin mutluluklarınız olamaz sizlerin olsa olsa küçük sevinçleriniz olabilir demek istiyor gibidir ki bu da kabul edilebilir değil.

hakim: reddedildi. devam edin lütfen.

evet, teşekkürler sayın hakim. diyordum ki işte bu odaklanma sabitlerinin azlığı ya da hiçbirinin olmaması; odaklanma sabitleri çok olanlarla ilişkiler geliştirmeyi zorlaştırır. ve ayrılıklar, hiç başlamamalar, dışlanmalar da bunun doğal sonuçlarıdır. iş bu sebepten ötürü iddia makamının bu suçlamalarının yargılamanın bundan sonraki kısımları için lehime olarak düşürülmesini talep ediyorum.


4 Mart 2015 Çarşamba

iç monolog

çarşamba akşam üstü. eve girer girmez bilgisayarı açtım; çok önemli bir işim varmış gibi üstümü bile değiştirmeden oturdum birazdan okuyacaklarınızı yazıyorum.

son birkaç haftadır iç monolog yapmaktan iflahım sikildi desem yerirdir. aslında bu monolog hep yaptığım bir şeydir ve normal zamanlarda bunun farkına varıp keserim monoloğu ve başka şeyler düşünürüm. ama bu son birkaç haftada artık monolog yaptığımı fark etmiyorum ve bu biteviye devam ediyor. bazen sanki sesli konuşuyormuşum gibi dilimi kesmek istiyorum artık o raddeye varıyor ve yoruyor beni. bu durum tahammül eşiğimi de düşürüyor sanırım. bunun bir adı falan vardır mutlaka ama sikimde bile değil adının ne olduğu.

üzerinde "tuz, karabiber, nane, kimyon vs."yazan baharatlıklar bulunan bir mutfağın varsa sadece mutfağında bu tip baharatlıklar olanlarla sosyalleşebilirsin. saçma gelebilir sana bu çünkü saçma (absürd) zaten.

bu  benim evin baharatlığı:


gördüğünüz gibi ortada bir baharatlık falan yok.
                                      (ayrıca yine gördüğünüz gibi karabiber bitmek üzere.)

bu da bahsettiğim türden baharatlık (temsili) 

                                           
evet bunu demek istiyorum işte. mutfağında yukarıdaki gibi bir baharatlık varsa ancak yukarıdaki baharatlıklar gibi baharatlık bulunan diğerleriyle ilişki kurabilirsin ancak. baharatlarını benimkiler gibi saklayanlarla işin olmaz, belki biraz kesişebilir hayatın sadece, hepsi bu. absürd geliyor bunlar sana değil mi? dedim ya absürd çünkü; gerçekten öyle ama kelimenin tam anlamıyla absürd.

neyse üşüdüm biraz. terlik giymeyi unutmuşum. martin heidegger olsam şöyle bitirirdim bu yazıyı:
"bu yaşam ters ve dehşet verici; dahası dayanılacak gibi değil" ama heidegger değilim ben. bu yüzden amına koyim böyle hayatın şeklinde bitiriyorum.