mezkur filmimizde doğdukları yerde barınamayıp sorunlarından kurtulmak için new york'a hicret eden kahramanlarımızın yaptığı bu iş klasik çatışma kuramına uygundur. fakat olması gereken yani beklenen: kahramanların sorunlarını halledebilmek için geldikleri bu yerde başarılı ya da başarısız olmalarıdır. başarısız olurlar. ve fakat hikaye bitmez. hep bahar hep güneşli başka bir yere hicret etmeye karar verirler. heyhat bu rüya da malum, bir ağıtla sonuçlanır.
tabii ki kendi rüyalarıma ağıttan bahsetmeyeceğim burada. o kadar düşmedim daha. (bu cümleden biraz düştüğüm manası da pekala çıkabilir ama neyse) sosyal medya hesaplarımı -ekşi sözlük dahil- kalıcı olarak kapatmayı düşünüyorum. acaba ne yapıyor diyeceğim bi çok insan var bi şekilde görmek iyi oluyordu ne yaptıklarını ama gerek de yok sanırım artık. başka bir şeye alan açmak için bunu yapmıyorum ama insanların mutlu olmaları neyse herkes için her şey yolunda gibi. uzun otobüs yolculuklarına çıkmayalı da kaç zaman oldu, bilmem. burayı silmeme kararı aldım. (aman ne mühim). ne yapacağımı bilebilmeyi çok isterdim. ne yapmayacağımı biliyorum ama neyse. mükemmel biri olmayı istiyordum. alanımda falan da iyi olmak istyordum, en iyi olmayı. olmadı. yarı aydın oldum. oğuz atay falan da bu yüzden çalıştım aslında. yarı aydın olmak istemiyordum ama yarı aydın eleştirisi yapan bir yazar üzerine çalışan yarı aydın oldum ola ola. giora feidman dinledim biraz. 98 yılıydı. panasonic bir walkman almıştım. bi arkadaşım -adını bile hatırlayamıyorum şu an ne kötü- vermişti feidman'ın kasetini. tam bu şarkıyı dinlerken beyazvler'deki evimizden çıkıp özal'a doğru yürüyordum.
şiirden anlamıyorum pek. teknik olarak çok az bilgim var şiir hakkında desem yeridir. sadece nasıl, ne zaman ve ne için yazıldıklarını anlayabildiğim şiirleri sevebiliyorum.
turgut uyar'ın "eksik bıraktığım her şeyim kalır" nakaratlı "iyimser bir sonuç’a" şiiri mesela. birkaç gün oluyor, yürüyordum, akşamüstüydü. "iyimser bir sonuç'a" şiirini anladığımı daha doğrusu niçin ve nasıl bir zaman diliminde yazıldığını anladığımı duyumsadım.
"ben bir gün giderim ki neyim kalır
eksik bıraktığım her şeyim kalır
yaz günü kim ister ki öldüğünü
eksik bıraktığım her şeyim kalır
yaşamam bir beyazlık gibi sanki
eksik bıraktığım her şeyim kalır
genişlerim dağılırım beyazım
ben bir gün giderim ki neyim kalır
ben bir gün giderim ki ey diri at
elbette benim de bir şeyim kalır" ve tabii bununla beraber otomatikman edip cansever'in "sonrası kalır" şiirini de duyumsuyorsun.
On kalır benden geriye dokuzdan önceki on
Dokuz değil on kalır
On çiçek, on güneş, on haziran
On eylül, on haziran..
On adam kalır benden, onu da
Bal gibi parlayan, kekik gibi bunalan
On adam kalır.
Ne kalır ne kalır
Tuz gibi susayan, nane gibi yayılan
Dokuzu unutulmuş on yüz mü kalır
Onu da unutulmuş bir şiir belki kalır
On çizik, on çentik, on dudak izi
Bir çay bardağında on dudak izi
Aşklardan sevgilerden
Suya yeni indirilmiş bir kayık gibi
Akıp geçmişsem, gidip gelmişsem
Bir de bu kalır.
Ne kalır benden geriye, benden sonrası kalır
Asıl bu kalır."
....
devamı da var şiirin de gerek yok çok uzadı. yani şiir çok uzadı anlamında değil bu yazı fazla uzadı. zerkalo'da bir cümle geçiyordu neyse ya zerkalo kadar bir rüyaya ağıt değilmiş gibi olan ama gerçekte tam bir rüyaya ağıt filmi olan başkaca bir film yoktur denilebilir. neyse bu başka post'un konusu olsun.
bir de edip cansever'in "gelmiş bulundum"u var. bir insanın kendi hayatını bu kadar rast gelelikle bu kadar önemsizleştirerek anlatması beni acaip rahatsız ediyor.
"ey yağmur sonraları, loş bahçeler, akşam sefaları
söyleşin benimle biraz bir kere gelmiş bulundum"
birkaç hafta sonra, tam zamanını bilmiyorum ama sigaraya başlamayı düşünüyorum. bırakırken en son kent blue d range içmiştim hala varsa onla başlarım yahut camel olabilir bilmiyorum, fark etmez.