27 Şubat 2015 Cuma

ölmüş eşek kurttan korkmaz yahut özgürlük üzerine

özgürlük öyle çok da metaforlarla anlatılacak bir şey değildir aslında. ama bu atasözü kafamı kurcalıyor son birkaç gündür. (hayır ölmüş bir eşek değilim en fazla ölmek üzere olan bir eşek olabilirim ben şu an) basit bir atasözü değil bu bence. dostoyevski "suç ve ceza"da korku eşiğini aşmaktan bahseder. ancak korku eşiğini aşanlar gerçekten özgür olabilir dosto'ya göre. (dostoyevski'ye laubali bir şekilde dosto dememi yadırgamayın a dostlar.çünkü şu hayatta belki de en çok teşrik-i mesaide bulunduğum kişiyle bırakın da biraz laubali olayım) ölmümü göze almış biri için korku yoktur artık ve bu kişi istediğini yapabilmeye de hak kazanmıştır. neitzsche böyle birini biliyordu: napolyon! dosto da böyle bir karakter yarattı: reaskolnikov. "kendinde her şeyi yapma gücünü bulan kimse" (neitzsche buna "übermensch" diyecekti) dosto aslında bu tip insanlardan korkuyordu. toplumun genel işleyişi adına bu tip her şeyi göze almış insanlar tehlikeliydi ona göre. bu yüzden raskolnikov'a nedamet getirtti; krilov'u da intihar ettirdi dosto. bir benzerini de turgenyev yaptı bazarov'a. (canım bazarov nasıl da kıydı sana anna sergeyevna)

(ey bu satırları okuyan, biraz karışık yazıyorum peşin söyleyim. öncelikle mnceden hazırlamadan yazıyorum bir de günlerdir kesik kesik uyumanın (uyuyamamanın da denebilir) verdiği korkunç bir yorgunluk ve baş ağrısı var ona göre yani)

neyse ne diyordum allahsız anna sergeyevna allahsız karı yapılır mıydı lan bazarov gibi bir adama ha yapılır mıydı lan mı diyordum?

özgür insan tehlikeliydi rus aydınlanmacılarına göre. karamazov kardeşler'in "The Grand Inquisitor" bölümünde dosto bu tehlikeye nefis bir şekilde işaret eder. özgürlük cehennemdir! ya da ölümdür diğer bir deyişle. sözü burada jean paul sartre'ye verelim. şöyle diyor la nausse'de sartre:

"Özgürüm: Hiçbir yaşama nedeni kalmadı artık bana; denediğim bütün nedenler beni bıraktı; başkalarını da tasarlamıyorum. Daha genç sayılırım, yeniden başlamaya yetecek gücüm var. Ama nereden başlamalı? En şiddetli korkulara, bulantılara düştüğümde beni kurtarır diye Anny’e ne kadar güvenmiş olduğumu ancak şimdi anlıyorum. Geçmişim öldü, Bay de Rollebon öldü, Anny sadece bütün umutlarımı kırmak için geri geldi. Bahçeler boyunca uzanan şu beyaz sokakta yalnızım. Yalnız ve özgür. Ama bu özgürlük ölüme benziyor biraz."

(ne diyordum allahsız anny ulan allahsız karı yapılır mıydı lan bu antoine roquentin'e yapılır mıydı lan)

burada vurgu özgürlük ve onun ölüme benzemesi. tıpkı ata sözündeki gibi değil mi? eşek özgürdür ama ölüdür. tıpkı bazarov gibi tıpkı krilov gibi tıpkı roquentin gibi... korkuların yoksa özgürsün; özgürsen de her şeyi yapabilirsin, iş bu sebepten ötürü albert camus "Should I kill myself, or have a cup of coffee?" diyecektir. dostlar, romalılar, yurttaşlar işte bu sebepten ötürü insan özgür olmamak için çabalar ve fakat tarihi özgür insanlar yazar. sıradan insanlar da özgür insanlara içten içe gıpta ederek kendi konformist dünyalarında yaşayıp giderler. özgürlüğün tek gerçek kriteri vardır: ölüm. başkalarını yahut kendini öldürebilmeyi göze alabilmek diyorum yani? bunu kimileri napolyon gibi milyonları ölüme dürüklemeyi göze alarak yapar kimi bazarov gibi kendini öldürmeyi göze alarak yapar. krilov  gibiler özgür olmak için mücadele ederler. özgürlüğü kazanmayı isterler yani demek istiyorum. ama bir de özgür olmak zorunda kalanlar vardır. hiç istemeseler de hayat onları özgür kılar. burada trajedi vardır, ağıt vardır.
"ağlayın sessiz sedasız can verenlere
otel odalarında otel odalarında"

arrivederci, romalılar, yurttaşlar. başım ziyadesiyle ağrıyor. biraz uyumam lazım

24 Şubat 2015 Salı

kenar- ı Seine

pek öyle bir şey yazacak havada değilim. ama bugüne tarih düşürmek istedim. 24.02.2015 salı bugün. yağmurlu bir öğleden sonra. hiçbir şey yapmak ya da yazmak gelmiyor içimden. okumak da gelmiyor. niye bugünün önemli olduğunu tabii ki yazmayacam buraya. neyse başlıkla ilgili bi iki şey yazayım ama. Kenar- ı Seine aslında abdülhak hamit tarhan'ın bir şiiri. paris'teki seine nehri'nin kıyısında gördüklerini yaşadıklarını falan anlatır şiirde tarhan; ama ben bundan bahsetmek istemiyorum.

kenar söcüğünün bir anlamı da kucak, sine. Seine nehrinin adı türkçede okunurken "sen" diye okunur. böyle bakınca sen'in koynunda gibi bir anlama da gelebilir şiirin adı. ama ben bundan da bahsetmeyeceğim.

üniversitedeydim bugün. derslere girmedim yine. toki'den bi arkadaş geldi öğleden sonra. onla oturduk biraz. eve geldim sonra.

Seine sözcüğünü okunuşu diyordum türkçede "sen" şeklinde.

bir yerlerim kopuyor seine nehrine akıyor
ihtimal ve muhtemel ölüyorum gencecik.

21 Şubat 2015 Cumartesi

diyalog gibi ama aslında monolog yani

  "yalnızca bedel ödemeyi göze alabilenler gerçekten özgür olabilirler" der dostoyevski cinler romanında. tam olarak böyle demez tabii uzun bir tiraddan çıkan sonuç budur. yok bir yere bağlamayacam ya öyle söyledim.

  sen genelde aklına estiği gibi konuşmazsın vardır altında bir şeyler.

─  yok ya valla öyle aklıma geldi söyledim.
─  o zaman başka bir şey söylemek istiyorsun ama lafa giremedin.
birini bu kadar iyi tanımak seni rahatsız etmiyor mu?
─ kim olduğuna bağlı.
─ ben işte.

─ etmiyor.
─ ileride edecektir. hiç kimse çırılçıplak görebildiği birine uzun süre katlanamaz.
─ sen beni tanımıyorsun diyebiliriz demek ki o zaman
─ kim bilir... neyse ya saçma bir yere gidiyor konu. ben aslında başka bir şey diyecektim. hani ben hep gerçekçi biri olduğumu söylerim ya bununla ilgili, sıkılmadıysan tabii
─ yo neden sıkılmışım gibi mi duruyorum
─ bilmem nezaketen soruyorum sanırım birini sıkmak, ona ağırlık vermek fikri beni rahatsız eder hep bilirisin. hele bu sensen.
─  etmiyorsun.
─ kabullenemediğim bazı gerçekler var; yo hayır bunların neler olduğunu değil bu durumun bizzatihi kendisini konuşmak istiyorum. sanıldığının aksine, gerçeği kabullenememe gerçekçi insanlarda gerçekçi olmayanlara göre daha sık görülen bir şey.
─ tam tersi oması gerekmiyor mu?
─ evet ilk bakışta öyle olması gerektiği akla daha yatkınmış gibi duruyor. neden güldüğünü anlayabiliyorum.
─ gülmüyorum, gülümsüyorum. aklıma bir şey geldi. 
─ ne?
─  boşver, alakasız. ne diyordun? neden gerçekçi insanlar gerçeği daha zor kabulleniyor?
─ bunu demiyorum aslında. gerçekçi insanlar, kendileri için kabullenilmesi zor gerçeği daha zor kabullenir diyordum.
─ çünkü?
─ çünkü gerçekçi dediğin insan kabullenemediği gerçeği durum kabul edilemez hale gelmeden önce farkeder ve bu olmasın diye çeşitli önlemler alır, aldığı bu önlemler de gerçekçidir üstelik ve fakat öngürülemeyen bir şey, bir olay - ya da beklenmedik diyelim- durumu altüst eder. bu yeni durum yani yeniden adapte olunması gereken bu durum, gerçekçi kişi için artık tahammül edilmesi gereken bir durum olur. çünkü bu beklenmedik olay gerçekçi olduğunu söylediğimiz kişinin silahlarını elinden almıştır. dünyanın en hzlı koşan yırtıcısıdır çita ama pençeleri olmayan bir çita içib avından hızlı koşmanın bir anlamı yoktur. uzun mu konuştum ya?
─ yo, devam et.
─ gerçekçi insan için gerçeği kabullenilemez hale getiren olay; çita'nın pençelerinin sökülüp doğaya salınmasına denk geliyor. pençeleri olmayan çitanın avını avını farkettikten sonra, onu yakalamak için kovalamasının bir anlamı yok aslında. çünkü onu yakaladığında -ki en hızlı koşucudur yakalayacaktır mutlaka- devirebileceği pençeleri yoktur. gerçekçi insanın durumu da böyle işte, gerçeği biliyor, farkediyor ama bir türlü gereğini yapamıyor. örnek daha da karışıklaştırdı mı ya sanki ne dersin?
─ yo hayır da sözü "aslanın avı ayağına gelir"e bağlayacak gibisin. gülme!
─ ne gülmesi ya
─ gülüyorsun ama.
─ boş ver. şöyle bir şey vardı:
 senin istediğin gibi olmak istedim. ŞİMDİ HER ANIM BAŞKA BİRİ OLAYIM DİYE DUA ETMEKLE GEÇİYOR. olmadığım biri gibi. kim olursa. ... yokum ben. burada bile değilim. bunların hiç önemi yok. yokum ben, yokum. 
arrivederci...






17 Şubat 2015 Salı

bir günün sonunda arzu yahut albert camus ve intihar üzerine

bugün 17 şubat 2015 salı. net bir tarihle başlamamın sebebi bugün önemli bir şey olduğu için değil sadece yarrak gibi bir gün, kayıtlara geçsin istedim. derse girmedim bugün. yani doktora derslerine gitmedim. sabah okulda hemen her fakülte kantininin önünde çay sigara içtim. sonra eve geldim öğlen önemli bir işim varmış gibi dışarı çıktım sonra tekrar önemli bir işim yoktu oysa. (bilen bilir önemli bir işim varsa o işi yapmam ertelerim ben) neyse bunlardan bana ne diyebilirsin ey bu satırları okuyan. doğru. hakkın var.

sabahları uyanır uyanmaz yani gözlerini açar açmaz düşündüğün ilk şey hayatını siken şeydir. şayet hiçbir şey gelmiyorsa bu anlarda zihnine yani gözünü açaraçmaz ne olduğunu anlamaya çalışıyorsan bir şey düşünmeden şu halde hayatın zaten sikilmiştir aslında. (her halükarda hayatın sikilecek bundan kaçış yok. bunu bazen hissedeceksin bazen hissetmeyeceksin ya da hayatın sikilmiyormuş gibi yapacaksın; hepsi bu.) yaşamak fena halde sağlığa zararlıdır aslında.

                                        resim 1: yaşamak fena halde sağlığa zararlıdır. (temsili)

neyse yaşamak diyordum fena halde sağlığa zararlı. ama yaşıyoruz işte; hep bir gün iyileşiriz umuduyla. iyileşmeyeceğimizi biliyoruz de biliyoruz ve fakat. hastalığı katlanılabilir kılacak küçük oyunlar (bazen tehlikeli oyunlar) icad ediyoruz, sanat üretiyoruz (ya da tüketiyoruz). bir hastalıktan mütevellit acı çekerken ağrı kesici almak gibi yani bir anlamda. bu bahsettiğim hayatı katlanılabilir kılan şeylerden sanatı burada bahis dışı bırakmam gerekiyor çünkü sanatçı değilim ben. ama diğerinden biraz bahsetmek istiyorum yani tehlikeli oyunlar'dan.

"- neden öldü?
- kalpten öldü elbette.
- kalbi mi vardı?
- evet, kalbi olduğu için, oyunları çok ciddiye aldığı için öldü."

oğuz atay'ın tehlikeli oyunlar romanından yaptığım bu alıntıyla; sonda söyleyeceğimi başta söylemiş oldum aslında. dedim ya hepimiz hayatın o biteviye devam eden tekdüzeliğinden kurtulmak için birbirlerimizle oynadığımız oyunlar icad ederiz veya oynarız. bu oyunların hiçbiri tehlikeli değildir aslında. tabii ki birileri bu oyunları ciddiye almıyorsa. oyunlar oynadığınız kişi ya da kişilere dikkat etmelisiniz bu yüzden çünkü her daim bir salak çıkıp sonunda "ne yani bunlar oyun muydu?" diyebilir. bu saatten sonra oyun desen olmaz değil desen olmaz o yüzden kimle oynadığınıza fevkalade dikkat etmelisiniz. sonra bir salağa bile üzülebilir ve onun için ağlayabilirsiniz:

"bize çamaşıra gelen bir fatma hanım vardı, radyoda okunan mevlüde ağlardı. sonra annem de katılırdı ağlamaya. ben onları paylardım, sen anlamazsın derlerdi. gerçekten anlamıyordum nasıl ağlıyorlardı hiçbir şey anlamadıkları halde? şimdi ben de söylediklerimi anlamasalar bile bana ağlamalarını istiyorum. insanları ağlatmanın bu kadar güç olduğunu bilmezdim. aslında kendimi de ağlatamıyordum." (işte böyle aslında. burayı okuyanlardan kaç kişi gerçekten ne demek istediğimi anlayacak bilmiyorum ama öyle işte. anlamasanız da ne yapacağınızı biliyorsunuz artık. anlayan da varsa o zaten ne yapacağını bilmiyordur. bilseydi böyle olmazdı.) yazmaya ara verdim bi sigara yaktım. yotube'dan şarkı dinliyorum bi tane. sen de dinlemek istersen ey kâri aha da bu şarkı:


havalar da ısınamadı bir türlü amına koyim. ayaklarım dondu. sobaya tuttum şimdi ayaklarımı biraz. "...sokağa nasıl çıkılacağını bilmem mesela. bende hayat bilgisi zayıf albayım. bilge bunları bilir, bu bakımdan akıllıdır, birlikte olabilseydik insanlık çok yararlanacaktı bundan. yazık oldu. şimdi yanımda olsaydı böyle üşümezdim albayım; beni bir arabaya bindirirdi hemen. BEN BUNLARA ÇABUK KARAR VEREMEM ALBAYIM. KARARSIZLIĞIMLA YANIMDAKİLERİN CANINI SIKARIM. hava da çok soğudu albayım, eve dönmek istiyorum. biliyor musunuz, bilge beni evde bekliyormuş gibi geliyor bana. yoksa eve dönmek istemiyorum. beni bekleyen yalnızlığı ve karanlığı istemiyorum. bilgeden akıllı olduğum halde neden bu duruma düştüm acaba? neden herkes benden kaçıyor albayım? yaşamasını bilmiyorum da ondan mı? bir dakika albayım karşıdan birileri geçiyor. kadını bilgeye benzettim; peki erkek kim? değilmiş...." bakmayın, bu alıntıdaki asıl vurgu büyük harflerle yazığım yerler değil; asıl vurgu tam da şurası ey kâri: "bilgeden akıllı olduğum halde neden bu duruma düştüm acaba?" sorunun cevabı romandan yaptığım ilk alıntıda var aslında. bilge oyunları ciddiye almamıştı hikmet ise aldı. hepsi bu. ama bu kadar alıntı da biraz fazla diyeceksin biliyorum ama: "siz gerçekten doğru söylüyorsunuz albayım: ben adam olmam. ben, tek başıma yaşamalıyım; başkalarını zehirlememeliyim. dama çıkıp ulumalıyım kurtlar gibi." ben de başkalarını zehirlediğimi düşündüm hep. kendi mutsuzluğuma ortak etmek istediğim insanlar oldu. neyse ki hepsi akıllıydı da yol yakınken (tabii onlara göre yakınken bana göre öyle değildi) oyundan çıkmak istediler. ha sen hala "bir günün sonunda arzu yahut albert camus ve intihar üzerine" bir şeyler dememi mi bekliyorsun ey kâri? ben akşamüstlerinden nefret ediyorum. kışın yine biraz iyi de yaz geliyor akşamüstleri uzadıkça uzayacak ve ben iyice nefret edeceğim. (aramızda kalsın bir de perşembe günlerinden nefret ederim. amına koduğumun gününde hayrıma hiçbir şey olmadı son birkaç aydır) "bir günün sonunda arzu." ahmet haşim'in bir şiiri. bir günün sonunda yani akşamüstü iyi şeyler olsun istedim hep ama olmadı pek. gün boyu oynadığım tehlikeli oyunlardan sonra akşam oldu hep. tıpkı şiirdeki gibi ama "akşam yine akşam yine akşam.." öyle bitip tükenmek bilmeyen öyle biteviye akşam... akşam gerçekti hep. tek gerçekti hatta. yaşamak zorunda olduğum tek gerçek oldu. hayır akşamın karanlığa olan mecazına gönderme yapmıyorum burada. günboyu tehlikeli oyunlar oynayıp sonra akşam geçekle yüzleşmek. tam da bunu kastediyorum. peki ama buradaki gerçek neydi: "oyunlar … gerçeğin en güzel yorumlarıdır. bizim gerçek dediğimiz şey de, bazı güçlükler yüzünden iyi oynanamayan oyunlardır." evet "bazı güçlükler yüzünden" iyi oynayamadığımız o oyunlardı gerçek. fakat başkaları yani ötekiler yani oyuna dahil olmayan ama oyundakilere dışarıdan bakanlar can çekişmekte olan yaralı bir hayvana bakan akbabalar gibi hep bir açıklama, izahat beklerler oyundakilerden. oysa açıklama yapmaya gerek yoktur başkalarına. çünkü sen bir süre sonra onun bir oyun olduğunu unutmuşsundur. iman etmişsindir oyuna da oyundaki kişiye de. oğlunu kurban etmek üzere olan ibrahim'i neden sorgulamayız neden onun bu yaptığını bir akıl hastalığı veya suç gibi değerlendirmeyiz. çünkü hz. ibrahim'e bu çılgınca şeyi yaptıran imanıdır. ve imanı sorgulamak yargılamak kimsenin haddine değildir. sen de oynadığın oyuna iman edersin ama inanmazlar buna ve yargılamak isterler işte yine de. 

meraklı ve dikkatli kâri  "albert camus ve intihar üzerine" kısmı ne oldu bahsetmedin ondan diyecektir ama o kısmı daha sonra anlatacam sanırım. çünkü "kelimeler albayım bazı anlamlara gelmiyor"