25 Mayıs 2020 Pazartesi

Sanma No Aji yahut öğleden sonralara bir methiye denemesi

yasujiro ozu'nun bir filmidir, malum. ingilizceye "An Autumn Afternoon", türkçeye ise  "Bir Güz Öğleden Sonrası" diye çevrilmiş. yeni yetme bir eleştirmen olsaydım (am i eleştirmen?) öğleden sonrayla sonbahar arasındaki koşutluğa dair bir tespitle başlardım işe. öğleden sonra günün bitmeden önceki son demidir. sonbahar da malum yılın bitmeden önceki son demi. ozu nam capon hiç abartısız tüm zamanların en sade filmlerini çekmiş desek yeridir. bu filmde de sadelik dorukta. (cemal süreya gibi söyleyecek olsak "sadelik çıldırmış" diyebiliriz.) hatta filmde kullanılan müziğin bile ne senaryoya ne kurguya ne de başka herhangi bir şeye etkisi yok. kaldı ki ozu hep bir şey anlatacakmış gibi yapan ama bir şey de anlatmayan bir yönetmen. ozu'nun filmlerinde hiçbir şeyin hiçbir şeye etkisi yok. önemli şeylere gebe bir şeyler oluyor gibidir hep ama bir şey de olmaz çoğunlayın. ben bir şey olmamasını seviyorum. iş işten geçmemiş olma'yı anlatmak isterdim hep. cennet varsa böyle bir özelliği vardır bence onun. ne olursa olsun, ne olacaksa olsun, ne olmayacaksa olmasın iş işten geçmemiştir hep. tabii ki bunu kötü anlatıyorum ozu nefis anlatır bunu adını yukarıda andığım filmde. bir de edip cansever "her yere yetişilir hiçbir yere geç kalınmaz" derken nasıl güzel ve estetik anlatır bunu. bir de tabii bu bloğa adını veren şiirde geçen "korkuyorum sıram geçer / biletim yanar diye" dizesi var.. tabii ki devamındaki
"önümde bir yığın açalya
bir sürü çarkıfelek
gergin çeneli cesetleriyle
önümde binlerce çiçek
korkuyorum sıra sende
sen de başla ve bitir diyecek.
Yo, hayır
yapamaz bunu, yapmasın bana dünya"
dizeleri tam da demek istediğimi anlatıyor. iş işten geçmeden önceki an hep yaşamayı istediğim andır. öğleden sonra da bir nevi iş işten geçmeden önceki an gibidir. akşam, işin işten geçmesi. gün bitti heyhat. gün = hayat gibi bir denklemden çıkıyor tabii tüm bunlar. kelimeler sadece geçmiş kipiyle gerçeği tam olarak verebiliyor. mesela ölüyor ve öldü sözcüklerinden ikincisi bir gerçeğe tam anlamıyla isabet ediyor. ölüyor olmak ölmekten iyidir. yoksa değil midir? böyle bir şarkı vardı yani burada anlatmaya çalıştığım şeye uygun bir ritmi olan şarkı vardı saatlerdir yutup'da onu arıyorum bulamadım, gelmedi aklıma da. niyeyse ilerlemiyor bu konu oysa yazmayı, anlatmayı en çok istediğim şey bu olabilirdi ama ilerlemiyor. hatta o kadar ilerlemiyor ki "çölde çay"dan alıntı aşağıdaki pasajı bile bağlayamadım buraya. bir de hafız-ı şirazi ile karamazov kardeşler'deki büyük yargılayıcı ile namık kemal'in "hürriyet kasidesi"ni bağlayacaktım bunlara aşağıya lmıştım notlarını ama onu da beceremeyecem sanırım, kaldı burada. coen kardeşler burayı okuyorsa ne demek istediğimi anladı bu arada.

"ne zaman öleceğimizi bilmediğimiz için, hayat hiç bitmeyecekmiş gibi gelir. ama hiçbir şey çok tekrarlamaz kendini. aslında çok az tekrarlar. çocukluğunuzun bir öğleden sonrasını, öyle ki, hayatınızı onsuz düşünemediğiniz, sizi derinden etkilemiş bir öğleden sonrayı, daha kaç kez anımsayabilirsiniz ki? belki dört, beş kez daha. belki o kadar bile değil. dolunayın çıkışını daha kaç kez izleyebileceksiniz? belki yirmi. ama yine de, her şey sonsuzmuş gibi gelir"

"sana bağlandığım günden beri özgürüm" hafız- ı şirazi, dostoyevski büyük yargılyaıcı, namık kemal

barton fink'te bir şey olmayacakmış gibi ilerlerken aniden bir sürü hayvani şeyin olması. ya da the ballad of buster scruggs'taki yer alan filmlerideki bi şey olmamaya doğru giderken aniden her şeyin darmadağın eden şeyler olması eklenebilir