düşmek, etrafı görmemektendir."
fikret hakkında bir şey yazacağımdan değil başlığa aldanma. şairliği, şiir anlayışı hakkında bilgi bulmakta pek sıkıntı çekeceğin biri değildir fikret; bu yüzden bu minval üzere bir şeyleri tekrardan burada zikretmenin bir kıymet- i harbiyesi yok. etrafta olmayan bir bilgi vereyim ama yine de onun hakkında: fikret cesur biriydi. hatta onun hayatının yüklemi cesarettir desek yeridir. lafı eğip bükmeyen, nabza göre şerbet vermeyen, ikbal için tabasbus etmeyen biriydi o. kimsenin II. Abdulhamit'i eleştiremediği bir dönemde abdulhamit'e suikast girişiminde bulunan kişi için şöyle yazmıştı:
"dâmını beyhûde kurmadın ey şanlı avcı / attın fakat yazık ki yazıklar ki vurmadın"
fakat her cesur insan gibi (çünkü fikren cesur insanların hayatta karşılığı yoktur) içine kapandı. ama kelimenin tam anlamıyla içe kapandı. kimseyle görüşmedi, konuşmadı. düştü bir anlamda fikret, çünkü etrafı göremiyordu. daha doğru bir tabirle etrafta olan bitene göre kendi konumunu ayarlamıyordu. o günün yükselen değerleri nelerdir, hangi paşaya intisap ikbal getirir vs. gibi etrafta olan bitene göz atmazsan yani "etrafı göremezsen" düşersin; fikret gibi.
neyse gördüğün gibi fikret'le ilgili bir halt yok burada ya da işe yarayacak bir halt yok. bir anahtar var ama: etrafı kolla ki yükselesin (düşmeyesin) bu tip yükselenlerle ilgili vadideki zambak'ta balzac nefis bir tespit yapar. yazmayım buraya şimdi canın sıkılmasın belki sen de yükselmek için etrafı kollayan birisindir; öyle ya misafir sayılırsın bu blog'ta, asgari nezaketi hak ediyorsun.
hadi söyleyim de niye bunları anlattığımı anla ey karî: hep bu yönü yüzünden fikret'i kendime yakın hissettim. ha ben de fikret gibi cesurum mu demek isityorum; belki evet. padişaha laf sokacak cesaretim olur muydu bilmiyorum ama kendi hayatımın padişahlarına (söz gelimi okul müdürü, ilçe milli eğitim müdürü, dekan vs. ) lafımı esirgemedim hiç. çoğu maldı zaten. önemsiz.
kendime yakın hissettiğim biri daha var: orhan veli. orhan veli de fikret gibi hatta belki ondan daha cesur biridir. bu yönü ayrı. onu yakın hissetmem onun her şeyle dalga geçiyor hiçbir şeyi ciddiye almıyor olması. (izninle ben bir kadeh daha şarap alacağım) neyse ne diyordum, ben bu zıkkımı içmiş olmak için içerim. ben kim miyim? "bunu anana sorsana delikanlı" karşısındaki bir şey anlatırken anlattıklarını yiyormuş, onu ciddiye alıyormuş gibi yapan biriyim. bu da benim "persona"m. (sahtekar olduğumu mu düşünüyorsun? ilk taşı en persona'sız olanınız atsın o halde. hazır bu kadar persona demişken ingmar bergman'ın nefis filmini de anmak lazım gelir, şöyle bir diyalog vardır filmde:
var olmayı boş yere hayal etmek. öyleymiş gibi görünmemek, gerçekten olmak. uyanık olduğun her an. tetikte. başkalarına karşı sen ile yalnızken ki sen arasındaki uçurum. baş dönmesi ve sürekli açlık, açığa vurulmak için. içinin görülmesi için... hatta parçalara ayrılmak ve belki de tümüyle yok edilmek için. sesin her tonu bir yalan, her davranış bir aldatmaca, her gülümseme aslında yüz ekşitme.
intihar etmek mi?
oh, hayır! bu çok çirkin. sen yapmazsın.
ama hareket etmeyi reddedebilirsin. konuşmayı reddedebilirsin. o zaman en azından yalan söylemezsin. böylece düşünceye dalıp, kendi içine kapanabilirsin. artık rol yapmaz, herhangi bir maske takmaz ve yalancı davranışlarda bulunmamış olursun.
sen öyle sanırsın. ama gerçek inatçıdır. saklandığın yer su geçirmez değildir. yaşam dışarıdan sızar içeri. ve tepki vermek zorunda kalırsın. hiç kimse de bunun gerçek olup olmadığını, sen içten misin yoksa yapmacık mısın diye sormaz. bu soruların önemsendiği tek yer tiyatrodur. hatta orada bile fark etmez.
seni anlıyorum, elisabet. kendini bırakmanı, hareketsiz kalmanı, hayali bir sistem içinde apatiye girmeni anlıyorum. seni anlıyorum ve seni takdir ediyorum. hevesin gecene, tüm ilgin bitinceye kadar bu rolü oynaman gerektiğini düşünüyorum."
şimdi anladın mı fikret niye kapandı içine ve hiç konuşmadı? yahut orhan veli niye hep dalga geçti her şeyle herkesle?
filmdeki diyalog şöyle bitiyor: "o an geldiğinde diğer rollerini bıraktığın gibi,bunu da bırakırsın..." buradan bu isimlerden çok uzak bir isme gideyim mi? comte de lautreamont'a gidelim mi? (alkış, kıyamet "git git" diye inliyor stadyum) peki ey karî seni mi kıracağım.. peki niye lautreamont'a geldik? çünkü onun şiiri, kişinin persona'larıdan vareste olduğu anların şiiridir. abimize göre "istek" (cinsel istek) ve "doyum" (çoğu zaman cinsel doyum) insanın yegane kendi olduğu alanlardır. yani personalarımız yoktur bu anlarda. bu yüzden aşık olduğumuz kişilerdir salt bizi tanıyabilenler. (ve ihtimal ki sonralayın bizden en çok iğrenenler de onlardır)
'dehşetin aldatıcı serabı gösterdi sana kendi hayaletini' derken lautreamont aslında ne demek istiyordu? (bunu anana sorsana delikanlı)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.