elias canetti'nin tek romanıdır die blendung. türkçeye "körleşme" adıyla çevrildi. kısaca romana değineyim önceleyin:
roman küçük burjuva adetlerine bir eleştirdir aslında.
hayatındaki en önemli şey kitaplar olan kien adlı bir bilim adamının
başından geçenlerin daha doğrusu bay kien'in düzene körleşmesinin bir
kadın tarafından alaşağı edilmesinin romanıdır körleşme.
canetti,
bay kien adlı hayatını sadece çin dili, yazısı ve edebiyatını
araştırmaya adamış birinin sırf kitaplarına ve araştırmalarına daha
fazla zaman ayırabilmek için hizmetçisiyle evlenmesi sonucunda bütün
düzeninin altüst olmasını ve düzene olan körleşmişliğinin yavaş yavaş
kaybolmasını, bu esnada kien'in de kaybolmaya başlamasını anlatır
romanda.
kitapları haricinde hiç kimseyle konuşmayan kien'in
evlendikten sonra (oysa evliliği sadece hizmetçisinin yasal olarak evde
kalabilmesini sağlamak için yapmıştır kien) düzeni altüst olur. eve yeni
eşyalar alınır. karısı (hizmetçisi) eve hanımlık yapmaya başlar. ve
kien'in dış dünyaya olan körlüğü geçer bu olaylardan sonra; fakat kien
bu defa da kendine körleşmeye başlar. ve yazarın deyimiyle "kendi
kendini kemirmeye" başlar artık kien.
romanda bireyin topluma körleşmesi (iletişimsizlik diye de okuyabilirisin körleşme sözcüğünün geçtiği her yeri), toplumun bireye körleşmesi ve en sonunda bireyle toplumun iletişime geçmeye başlaması sonrası bireyin kendine körleşmesi gibi bir üç aşamalı sorunsallama var. hizmetçi ve sonradan kien'in eşi olan theresee dış dünyayı temsil eder. o, kien'in dış dünyaya açılan penceresi gibidir bir anlamda. oysa kien için dış dünya yüklemi samimiyetsizlik olan bir cümledir: "bilim ve hakikat, eşanlamlı kavramlardı onun düşüncesinde. kişi, öteki
insanlardan uzaklaştığı oranda hakikate yaklaşırdı. (vurgu bana ait) günlük
yaşam,yalanlardan kurulu yüzeysel bir düzendi. yanından geçenlerin her
biri yanlızca bir yalancıydı. bu yüzden zahmet edip yüzlerine bakmıyordu
bile. kitleyi oluşturan şu kötü oyunculardan hangisinin yüzü daha çekici
gelebilirdi ki ona!"
("yüzüne bakmak." bu satırları ilk okuduğumda çok az insanın yüzüne bakarak konuştuğumu farkettiğimi hatırlıyorum. hala da öyledir. iki kişilk yalnızlığı seçmeye karar vermem de o zamanlara rastlar. az konuşmaya karar verdiğim günler de o günlere denk gelir hatta. günlük hayatta bunun olamayacağını anlamam da hemen akabindedir bu olayların. susan birisi tehlikelidir çünkü diğerleri için. bu yüzden belki de zaman zaman gereğinden fazla konuşurum. hala da öyledir. gavurun "reaction formation" dediği bir nevi "karşıt tepki geliştirme" mekanizmasıdır bu benim için. şöyle bir şey yazmış sözlük bu savunma mekanizması için:
"birey gerçekte hissettiği duyguların tam aksi istikametinde davranışlar
gösterir. gerçek duygularını göstermek ya bireyin bulunduğu ortamda,
yine bireye göre mümkün değildir ya da birey gerçek duygularını kendine
bile itiraf edemiyordur bu sebeplerden dolayı davranışları duygularıyla
aksi yönlerde hareket eder" konuşmak istemiyorsundur ikiyüzlülüğe bulaşmamak için ama bu anlaşılmasın diye bu defa gereğinden fazla konuşuyorsundur. tam da burada murathan mungan'ın "çember" şiirini hatırlamak gerekir:
"ya dışındasındır çemberin
ya da içinde yer alacaksın
kendin içindeyken
kafan dışındaysa..."
evet işte kendin o çemberin içindeyken kafan dışındaysa; iletişimsizlik başlıyor ve söz değerini yitriyor. ha tabii bir de,
tüm bunlar olurken tüm yüzlerden farklı bir yüze bakmaya doyamadığını da farkedebilir insan. söz anlam kazanır. işte o insan hayatında ne kadar çok yer kapsıyorsa o kadar şanslı ne kadar az yer kapsıyorsa da o kadar şansızsındır.
bu gün pazar. öğleden sonra. "yalvarırım okuma bu yazıyı çarşamba günleri"
dışarı çıkıp bir şeyler yiyecektim vazgeçtim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.