9 Temmuz 2017 Pazar

tamamlandı yahut eksikliğin yokluğu üzerine

cep telefonum güncelleme alırken deyim yerindeyse neyse küfür etmeyeyim ama dondu kaldı, bari ne zamandır not düşmeyi düşündüğüm bir şeyi yazayım ben de:

'bütün dünyayı yarattığında tanrı ona baktı ve iyi olduğunu gördü; isa çarmıhta ruhunu teslim ederken, şu sözler duyuldu: "Tamamlandı" kierkegaard'ın 9 haziran 1837 tarihli günlüğüne düştüğü not bu. gelin birlikte bu cümleyi biz sıradan insanlar için anlamlı hale getirelim şaka lan şaka bana ne ne anladıysan anla bu cümleden ki belki de bi sikim anlatmıyor bu cümle. neyse epey zaman oldu yatağın başucunda barnabas incili durur. içinde de kurşun kalem. ara ara bakarım yatmadan önce rastgele bir sayfasını açıp. ama epeydir tanrı'yı da imanı da hristiyan teolojisini de kutsal kitaplar yerine kierkegaard'dan okumak yahut anlamaya çalışmak diyeyim daha anlamlı geliyor. neyse zurnada peşrev olmaz demiş ecdad,

kierkegaard'dan mülhem bu sözde birçok anlam katmanı olmakla beraber, ben "iyi - tamamlanmışlık" eşitsizliği üzerinde durmak istiyorum. iyi olan tamamlanmış olmalıdır postülasını yıkıyor İsa. şu halde kötü olan da iyi olan da tamamlanmış olmak zorunda değil gibi bir anlam çıkıyor. tanrı'nın isa'da ete kemiğe büründüğü bilgisinden de hareketle tanrı da iyi'nin tamamlanmış olmaklık gibi bir anlamı barındırmadığını bildiğini iddia edebiliriz. çarmıhta bedenen öldü isa. demek ki dünyevinin hitamı için ancak ve ancak ölüm gerekiyor. yaşarken asla iyi diye bir şey yok. (beynimin içinde nereden geldiğini bildiğim fakat nereye gittiğini asla bilemediğim bazı görüntüler belli belirsiz geçip gidiyor. fırtınanın önündeki bir çalı (bu çalı dikenli bir çalı, çünkü acıtıyor sıkça)  gibi beynimin kıvrımlarında dolaşıyor bu görüntüler. iç sesim bir düşman gibi -beni düelloya davet eden bir düşman gibi- konuşuyor durmadan. kendim dışında her şeyi herkesi ihmal etmekle suçluyor beni, gerçekten böyle mi? özür borçlu olduğum insanlardan özür dilemek için bile ben aramadan onların beni aramasını bekledim yahut belki de onlar bana bir özür borçludurlar; özrümün önemsiz olduğunu hissettirdikleri için bana. oysa bir özür asla önemsizleşememeli. koca bir özür gibi -tepeden tırnağa bir özür gibi- dolaşıyorum. oysa kimsenin benden bir özür falan beklediği yok. bunun da farkındayım. peki ama ben bu kefareti nasıl ödeyeceğim? niye alacağını tahsil etmekten vazgeçer insan?




yukarıda parantez içindekileri yazmaya başladığımdan beri beynimin içinde bu çalıyor. senin de beyninin içinde bu çalsın ey kâri.
beklendiğim hiçbir yere geç kalmadım şimdiye kadar. hatta hep erken gittim bile denebilir. ama yine de bir türlü beklenileni verebildiğim hissi oluşmadı bende. ya ben beklenileni veremedim yahut insanlar ben de bu hissin oluşmasına izin vermediler. neyse sonuç her halükarda aynı kapıya çıkıyor. koca bir hayal kırıklığı gibi hissediyorum kendimi. dahası bunu değiştirme imkanım yok. işin ilginci beni hayal kırıklığına uğratan insanların sebeplerini hep mantıklı buldum ve kızamadım. herkes nasıl da mantıklı. ironi yapmıyorum, gerçekten herkes ne kadar da mantıklı ve haklı. tüm bunları yukarıda kierkegaard'dan yaptığım alıntıyla ilintileyeceğimi sanıyorsan boşa bekliyorsun ey kâri. (bak yine bir beklentiyi boşa çıkardım. haklısınız kızmakta.)








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.