şimdiki oturduğum eve çok yakın bir öğrenci evinde ben, laz, yüksel, kadir, süleyman ve yusuf hemen her gün beraber kalırdık. nasıl oldu bilmiyorum biraz önce birkaç fotoğraf gördüm o günlerden kalma. yemek + çay faslından sonra sırasıyla futbol, güncel siyaset, marksizm, islam, freud ve tabii kadınlar (daha doğrusu aşık olduğumuz kadınlar) üzerine konuşurduk. sonra okul bitti tabii. ve şarkıda dediği gibi, "savrulup gittik ayrı yörüngelere." fotoğrafları sevmem aslında. zorlama bir şahitlik yapabilme ihtimalleri vardır çünkü onların. bu yüzden belleğe güvenirim. bellek istediği hatıraları canlı tutar istemediklerini siler. ama bazen insan istiyor işte bazı anların, kişlerin fotoğrafları olsun elinin altında. ve fakat belleğiniz benimki gibi çalışıyorsa işiniz zordur. zalimdir benim belleğim hep olmayacak şeyleri dayatır bana. belki bu yüzden enis batur'un "zalim bellek" şiirini sevmişimdir:
"Bir başına derinlemesine yaşamak yetecek sanmıştı kendisine
- toy
değildi artık, genç bile sayılmazdı:
Sonuna kadar paylaşamadığına göre,
hiç paylaşmadan, sımsıkı kendinde tutarak, geri dönemeyeceğini bildiği
yolu kat edebilirdi.
Önce geceler düğümlendi oysa.
Sonra geceden geceye
ilerleyen o telâşlı akrep.
Fişten çektiği telefonlar, üzerini çuhayla
kapladığı ayna, çıkıp boşluğa baktığı kör balkon - anahtarlarını çevirip
çekmeceye kaldırdığı kapılar ağır ağır zorlandı."
bir başına derinlemesine yaşamanın provalarını epey yaptım ama başarısız oldum galiba. sonra iki kişilik yalnızlık fikri daha çok cezb etti beni. hep biliyordum zira "bende mecnundan füzun aşıklık istidadı" olduğunu.
mektup yazmıyalı epey zaman oldu. yarın bir aksilik olmazsa birkaç kişye yazmayı düşünüyorum. yollar mıyım bilmem onları muhattaplarına. kimlere ve hangi konularda yazılacağını bugün şekillendirdim kafamda.
ölünmesi gereken anlar var. hayatımda birkaç defa bunu hissettim. o anlarda ölemiyorsan epey uzun yaşamak istiyorsun sonra
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.