17 Aralık 2022 Cumartesi

şu durmadan kurulup dağılan evren üzerine

 geçen gün ayak üstü bir muhabbet sırasında "sadece müzik gerçek bir sanattır diğerleri tali sanatlardır belki de sanat bile değildir" gibi bir şey dedim. tabii ki temellendiremedim yani öyle ayaküstü bir konuşma sırasında edilmiş bir laftı. desteksiz sallıyormuşum gibi duruyor böyle söyleyip geçince ama çok da desteksiz sallamadım aslında. yüzde yüz böyle düşünüyorum. 

diğer sanatlar için such as resim, müzik, edebiyat... her zaman bir ön hazırlığa ihtiyaç vardır but for music sadece duyan bir kulağınızın olması kafi gelir. müzikten zevk almak için hiçbir ön hazırlığa ihtiyaç yoktur. söz gelimi bir modigliani yahut matisse resmi için alt yapınız olmalıdır yani o resmi zihninizde yeniden üretebilmek için demek istiyorum. yahut ne bileyim ulysses okumak marcel proust okumak ve bunlardan zevk alabilmek için yıllar boyu entelektüel alt yapı oluşturmalısınız ama müzik için buna ihtiyaç yoktur. müziği duyduğun andan itibaren zevk almaya başlayabilirsin. Neitzsche'ydi yanlış hatırlamıyorsam "aforizmalar" kitabında söyler buna benzer şeyleri. kendi felsefesini Wagner'le nasıl da örtüştürür ama neitzsche? neyse.. aynı eserdeydi yine yanlış hatırlamıyorsam ve buraya da yazmıştım bu aforizmayı daha önce, "her son bir erek değildir. ezginin sonu ereği değildir onun. oysa ezgi sonuna da ulaşamadı ereğine de, bir benzetiş" bir romanı, bir filmi, tiyatroyu, hep sonuna varmak için izleriz; çünkü asıl vurgu hep sonda yahut sonlara doğrudur. müzik haricindeki her sanat eseri katarsisini sonuna saklar oysa hiçbir şarkıyı sonuna varmak için dinlemeyiz. çünkü bir şarkının yahut müzik paçasının katarsisi onun içerisinde hiç bitmeyecek gibi olmaklığındadır. neitzsche'nin müzik ve müziğin bu yönüne dair soyut tespitini jean paul sartre tüm zamanların belki de en iyi ve en rahatsız edici romanı "bulantı"da (La Nausse)  bir caz şarkısı üzerinden somutlar. romanın bir yerinde kahraman bir kafeye gelmiş ve bir şarkı dinlemek istediğini söylemiştir kafede çalışan kadına:

Hemen az sonra nakarat başlayacak: zaten benim en çok sevdiğim de denize karşı yalıyarlar gibi dimdik yükselen bu nakarat. Şu an caz çalıyor, söz yok henüz, yalnızca notalar var, sayısız küçük sarsıntılardan oluşan notalar. Durup dinlenmek nedir bilmiyorlar, çelik gibi sapasağlam bir düzene bağlılar, bu düzen gereğince doğup, bu düzen gereğince son buluyorlar, bu düzen toparlanacakları, kendileri için var olacakları bir zaman tanımıyor onlara. Koşuyor notalar, acele davranıyorlar ve geçerken kuru bir vuruşla çarpıyorlar bana, sonra da yok olup gidiyorlar. Uzanıp tutmak isterim elbette onları, ama biliyorum, bir tekini bile durdurmaya kalksam rezil ve bitkin bir sesten başka bir şey kalmayacak parmaklarımda. Ölüp gitmelerini kabul etmem gerekiyor; hattâ istemeliyim bu ölümü: bu kadar acı ve bu kadar güçlü pek az izlenimim oldu.

Canlanmaya, kendimi mutlu duymaya başlıyorum. Olağanüstü bir yan yok bunda, küçük bir Bulantı mutluluğu bu: yapışkan sıvının dibinde, bizim çağımızın dibinde - mor askılar ve bir yanı çökmüş banketler çağının dibinde - yayılıyor. Geniş ve gevşek anlardan yapılmış, kıyılarından yağ lekeleri biçiminde yayılan.. 

... Bir kaç saniye daha geçsin, zenci şarkıya başlayacak. Kaçınılmaz geliyor insana bu, bu müzik gereksinimi öylesine güçlü duyuruyor kendini: hiç bir şey kesemez bu müziği, dünyamızın demir attığı çağımızdan gelen hiçbir şey; bu müzik ancak, kendi düzeniyle, kendi kendini durdurabilir. Bu güzel sesi neden mi seviyorum? Ne genişliği, ne içliliği yüzünden. Nice notanın, kendileri uzaktan uzağa can çekişirken bir olguyu doğurmaya hazırlanışını seviyorum. Yine de endişeliyim; en küçük bir olayla plâk durdurulabilir:, yaylardan biri kırılabilir, Adolphe iş olsun diye, susturun şunu diyebilir. Bir şeyin sürebilirliği-nin böylesi hafif şeylerle kesilebilmesi ne kadar garip, ne kadar heyecanlandırıyor insanı. Hem hiçbir şey durduramaz, hem her şey kesebilir müziği. Sonuncu bölüm de can çekişmekte. Ardından kesin bir sessizlik başladı. Çok iyi duyuyorum bunu, bir şey var, bir şeyler oldu. Sessizlik.

Some of these days You'll miss me honey..

Ne mi oldu? Bulantı kayboldu. Sessizlik içinde, ses yükselmeye başladığında bedenimin katılaştığımı, sertleştiğini. Bulantının yitip gittiğini duydum."

bu uzun alıntıda tam da demeye çalıştığım şeyi vurguluyor Sartre: bir ezginin kendini var etmek için yok olması gereken notalardan oluşuyor olması... bir cümleye başladığımda yahut bir tabloya başladığımda onu sonuna vardırmam gerekir ki karşıdakinde istediğim his ve anlam oluşabilsin. oysa müzikte böyle değildir bu. bir nota başlar devam eder ve biter bir sonraki nota da aynı süreci yaşayabilsin diye. ve sonra binlerce nota aynı başlama devam etme ve ölme sürecinden geçerek ortaya bir parça çıkarır. bundandır belki de müzik, kişinin kritik anlarında dönüşüm yahut kabullenişle birlikte kullanılır başka sanat dallarında. benim çok sevdiğim bir filmdir, "philedelphia" filmde tom hanks eşcinsel olduğu için çalıştığı şirketten kovulan ve fakat pes etmeyip hukuk yoluyla hakkını arayan biridir. hanks bu arada aids de olmuştur ve ömrünün de sonlarına doğru yaklaşmaktadır. her şey çok çok kötüdür. ve o tarihi sahne



"müzik sever misin? opera sever misin?" der tom hanks avukatına ve maria callas'ın ölümü anlatan o nefis "la mama morta" parçasını çalmaya başlar... bir an bütün hava dağılır, ölümü unutur hanks... birkaç gün içinde öleceğini kesinkes bilmesine rağmen ölümü anlatan bir parçayı dinleyerek kendi ölüm fikrinden uzaklaşır... bunu bir roman yahut bir tablo yapamaz asla. ben bunu demek istiyordum aslında müzik dışındaki sanatlar ikincil sanatlardır derken. 

dünya sinema tarihinin belki de en iyi yönetmenlerinden iranlı  abbas kiyaroustami'nin -ki fransız sinemasının hatta dünya sinemasının en önemli yönetmenlerinden biri olan jean luc godard kiyarustemi için şöyle der: sinema dediğiniz şey benim filmlerimle kiyaroustami'nin filmleri arasındaki bir şeydir"- ölüm döşeğindeyken son kez hafız'ın bir gazelini dinlemek ister:


gerçi sanırım mohseen namjoo, o dönemlerde -gerçi hala yasaklı- iran'da olmadığı için bu abladan dinlemiştir bu parçayı bence kiyaroustemi yoksa kesin namjoo'dan dinlerdi bence: 


demem o ki ölüm döşeğinde yahut ölümün eşiğinde hiç kimse son bir kez roman okumak istemez mesela ama son bir şarkı dinlemek isteyebiliriz. 

tüm zamanların belki de en iyi, en mükemmel edebi eserlerinden biri kabul edilen Faust'ta mesela intihar etmek üzereyken dışarıdan gelen ilahilerin ezgilerini duyunca intihardan vazgeçme sahnesi vardır. intihar etmek için ipi boynuna geçiren birini çok iyi bir ressamın bir tablosuyla hayata döndüremezsiniz; bunu ancak bir müzik parçasıyla yapabilirsiniz... 

yahut şu sahne: 


bir aşkın başlamasına vesile olabilerek bir dönüşümü de müzikle yapılması dikkate değerdir. (Summer'ın burada elemana "merhaba ben hayatının amına koyacak olan kadınım" der gibi gülümsemesi de nefistir nefis... she said i love the smiths )  şarkıyı da hatırlayalım:



çeviren de iyi çevirmiş ha bu arada şarkıyı. neyse işte.,

 hayatımı filme falan alacak olsaydım şu anki dönemlerimi anlatan sahnelere astor piazzola reisin şu parçasını koyardım sanırım.


şarkının kendisi kadar ismi de nefistir bu arada. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.