10 Haziran 2017 Cumartesi

leyla erbil'in cüce romanı üzerine

LEYLA ERBİL: HAYATI, SANATI ve ESERLERİ:

Orta sınıf ailenin üç kız kardeşten ortancası. İlk, orta ve liseyi İstanbul okullarında okudu. İstanbul Üniversitesi'nde İngiliz Edebiyatı bölümünde eğitim gördü. Son sınıfta ayrıldı. Çeşitli işlerde çalıştı. Evlenerek bir süre Ankara ve İzmir'de oturdu. 1961 de İstanbul'a döndü. Evli ve bir kızı var (Fatoş Erbil-Pınar).
Yazarlığa hikâyeyle başladı. İlk yayınlanan hikâyesi Uğraşsız'dır; (Seçilmiş Hikayeler Dergisi, 1956 Ankara) Giderek Dost, Yeni Ufuklar, Yeditepe, Ataç, Papirus, Yelken vb Edebiyat Dergilerinde yazı ve hikâyeleri göründü. Erbil, kendinden önce yerleşmiş olan yazın akımlarına bağlı kalmadı; roman, hikâye ve düz yazı metinlerinde ortodoks Marxçıların karşısında yer almasıyla tanındı. Psikanilizin özgürleştirici yöntemlerinden yararlanarak, dinin, ailenin, okulun, toplumsalın ürettiği tabularla dolu ideolojilere karşı 1956'da başlayan mücadelesini dilin oturmuş kelime hazinesi ve söz dizimi kuralarını değiştirme çabasıyla sürdürdü. Yeni bir biçim ve biçem geliştirdi. Başlıca düşünce kaynakları Marx ve Freud olarak belirtildi.
Leyla Erbil, 1970 Türkiye Sanatçılar Birliği, 1974 Türkiye Yazarlar Sendikası kurucularından olup, PEN Yazarlar Derneği üyesidir. 1961'lerde Türkiye İşçi Partisi üyesi olan Erbil, Türkiye İşçi Partisi'in Sanat ve Kültür Bürosu'nda görev almıştır. 1979'da çağrılı olarak gittiği ABD'de kendisine, Iowa Üniversitesi Onur üyeliği verilmiştir. Edebiyat Ödüllerine katılmayan Erbil, 2000- 2001 yılı Ankara Edebiyatçılar Derneği Onur Ödüllerini kabul etmiş, 2002 yılında ise, PEN Yazarlar Derneği tarafından Nobel Edebiyat Ödülü'ne ülkemizden ilk kadın yazar adayı olarak gösterilirken, "Türk dili ve edebiyata egemenliği, aynı zamanda insana, hayata ve dünyaya karşı sorumlu aydın tavrı" vurgulanmıştır. 82 yaşında vefat eden Leyla Erbil, Zincirlikuyu Mezarlığı'nda defnedildi.
ESERLERİ:
Öykü
Hallaç (1961)
Gecede (1968)
Eski Sevgili (1977)


Roman
Tuhaf Bir Kadın (1971)
Karanlığın Günü (1985)
Mektup Aşkları (1988)
Cüce (2001)
Üç Başlı Ejderha (2005)
Kalan (2011)
Tuhaf Bir Erkek (2013)

Diğer eserleri
Tezer Özlü'den Leylâ Erbil'e Mektuplar (1995)
Düşler Öyküler (1997)
Zihin Kuşları (1998)














CÜCE

Cüce, üzerine çok fazla şey söylenmiş bir roman değil. Bunun pekala bir çok nedeni olabilir. Romanın zor  bir kurgusunun olması, okuyucu tarafından çok ilgi gösterilen bir roman olmaması –ki bu ilgisizlik Leyla Erbil okurlarında da var- romanın söylediği çok fazla şey olmadığının düşünülmesi vs. gibi nedenlerden ötürü roman hakkında fazla inceleme olmadığı düşünülebilir. Roman hakkında beyan edilen fikirlerin ortak noktası romanın postmodernist bir roman olduğu yönünde. Fakat bu tanımlama bence hem yanlış hem de kolaycı bir yaklaşımın sonucudur. Özellikle son yıllarda teknik anlamda alışılmışın dışına çıkan hemen her esere “ postmodernist” damgası vurulmaktadır ülkemizde. Öyle ki artık postmodernizm sözcüğü anlaşılması güç şekil oyunları barındıran hemen her eser için kullanılan “panchestron” bir terim haline gelmiştir. Bunun bence iki sebebi var: Birincisi postmodernizim üzerine yazı yazanların çoğunun postmodernizmi yanlış biliyor olması, ikincisi ise postmodernizmi gerçekten bildikleri, anladıkları halde önüne gelen esere postmodernist diyerek eserlerin içini önceden boşaltma çabası içinde olanların tavırlarıdır.
Tabii bu yazı temelde postmodernizmi tartışmayı amaçlamak üzerine yazılmadığı için  teorinin kendisine burada değinmeyeceğim. Fakat yine de konunun kendisi az da olsa üzerine birkaç cümle söyletmeyi dayatıyor: Şayet postmodernizm, klasik roman tekniklerinin dışında teknikler kullanarak romanlar yazmaksa, evet Cüce romanı postmodernist bir romandır. Fakat bu romanın başvurduğu teknik oyunlar sürrealizmin yöntemlerine tekabül etmektedir.  Bu yüzden benim tezim bu roman postmodernist bir roman değil gerçeküstücü bir romandır. Bunu ispata girişmeden önce tezimi aydınlatmaya yeteceği kadarıyla gerçeküstücülük hakkında bir şeyler söylemek istiyorum:
Gerçeküstücülük kaynağını genel hatlarıyla Sigmund Freud’dan alan bir akımdır. Gerçeküstücülük Freud’un tezlerinin bir eserde nasıl imlenmesi gerektiğini ise Comte de Loutreamont’un şu sözüne dayandırırlar: “Bir teşrih masası üzerinde bir dikiş makinası ile bir şemsiyenin rastlantısal olarak bir araya gelmesi gibi güzel.” Loutreamont’un bu sözü üzerine ise Selahattin Hilav şöyle der: “Gerçeküstücüler daha sonra, şiirsel imgenin ve “güzellik”in temeli olarak görecekler bunu.” (Hilav, 2003, s.16) Gerçeküstücülerin kendilerine dayanak aldıkları bir başka Loutreamont sözü ise şudur: “ Gözlerimin önünde canlanıyor gibi olan fantastik görüntüler.” (a.g.e. s.17)
Loutreamont’un bu düşüncesindeki fantastik vurgusu günlük hayatın (fizik dünyanın) alışılagelmiş düzeninin dışına çıkmaya olan ilgisi açıktır.
Bir de tabi Breton’un gerçeküstücülüğe dair görüşlerinin Selahittin Hilav tarafından yapılmış şu özeti de benim Cüce romanıyla ilgili açımlamalarıma yardımcı olması adına önemlidir: “Breton, gerçeküstücülüğü, her şeyden önce; kurulu düzene, yaygın ve resmi ahlaka, düşünceye, estetiğe karşı çıkan bir akım olarak sunuyor.” (a.g.e. s. 14) Vulgarize ederek dört ana başlıkta vermeye çalıştığım sürrealizmin Cüce romanındaki tezahürüne gelelim şimdi de.
Leyla Erbil’in romanı nasıl oluşturduğuna dair bilgi verdiği giriş bölümünde Zenime ile Erbil’in şu diyaloğuna bakalım öncelikle:
“Al götür onları artık gözüm görmesin!” dedi, ikramda bulunurcasına bana! Onları da topladım. “Keşke numaralasanız ya da tarih belirtseniz; böyle zor oluyor,” dedim.“İnsan zihni, insan düşüncesi sıra numarasına göre çalışmıyor ki!” dedi.(Erbil, 2013, s.xiv)
Zenime, yazdığı romana sayfa numarası vermemiştir. Buna sebep olarak da insan zihninin çalışma prensibinin matematik dünyasındaki gibi olmadığını yani bir anlamda zihnin neden sonuçla ilerleyen bir yapıda olmadığını gerekçe göstermiştir. Bu durum bana Freud’un insan zihninin çalışma prensiplerine dair söylediklerinin gerçeküstücüler tarafından rastlantısallık olarak uygulanmasını çağrıştırdı. Gerçekten de insan zihni 3’ten sonra 4 gelir prensibiyle ilerlemez çoğu zaman. Bilincimizin akışı hiçbir zaman mantık silsilesi dahilinde değildir. İşte bilincin bu akışının esere yansıması da doğal olarak fizik dünyanın kurallarına göre yani düzgün ve mantıklı olamamalıdır sürrealistlere göre. Nitekim Cüce romanında da başlayan- devam eden- biten bir olay örgüsü yoktur. Zamanda sıçramalar, konuda sıçramalar son derece fazladır. Bu sıçramaların, dağınıklığın yarattığı bir düzen vardır ve bu düzen de sonunda Cüce romanı olur. Ve bu düzensizlik ve dağınıklığın ortaya çıkardığı Cüce “tablosu” da doğal olarak sürrealist bir “tablo” oluyor.
Leyla Erbil’in romanı nasıl oluşturduğuna dair verdiği şu bilgiler de eserin gerçeküstücülüğüne bir imadır.
Bir daha onunla görüşmedik. Ölümünden sonra bu koca tomarı okumaya başladım. Tarihsiz, sayfa numarasız olan bu yazıları birbirine bağlamakta güçlük çektim; okurlar belki de benden iyisini becerip cümleleri daha uygun yerlere yerleştirerek okuyabilirler bu metni. Birçok yerde bu gerçekleşebilir. Bir de bence, kimi akla sığmaz, hiçbir yere yakışmaz saçma sapan parçaların atıldığının bilinmesi gerekir. “Atıldı” dediysem yok edilmediler; Zenime Hanım’ın tüm tıpkıyazımları saklıdır bende. Çok az yerde de asıl metnin özünü bozmadan birkaç satır ekleyerek işin içinden çıkmaya çalıştığımı itiraf etmeliyim. Bu yazının sanki kıyılmış bir bütünün yerdeki parçalardan bitiştirildiğini okurların unutmaması gerekir.
Romanın nasıl oluşturulduğunun anlatıldığı bu satırlar bize Max Ernst, Joan Miro gibi ressamların uyguladıkları Dekolkomani, Grotaj gibi tekniklerle yaptıkları resimleri akla getiriyor. Leyla Erbili’in anlattıklarına bakarak, romanın oluşturulma yöntemi bize rastgele parçaların eklenmesiyle oluşturulan sürrealist tabloları çağrıştırmaktadır.
Zenime’nin roman boyunca kullandığı dil ve üslup da eserin gerçeküstücü yanına işaret ediyor. Bilindiği üzere gerçeküstücüler dilin yapısını bozarak yeni bir algı dünyası oluşturmaya çalışmışlardır. Bunu en iyi İkinci Yeni şiirinde görürüz. Gerçeküstücülerin bu yaptığına benzer bir şeyi Zenime de yapmaktadır: “Biliyorum kaçmışsındır iyelik sıfatlarından, zamirlerinden ve kiplerinden hayat boyunca kaçtığın gibi resmi kağıtlardan” (Erbil, 2003 s.1) bu cümleden Zenime’nin gramer bildiğini anlıyoruz. Ve fakat bu cümlenin kendisi dahil gramer yönünden alışılmışın dışındadır. Zenime hem ekleri yerli yerinde kullanmamış hem de günlük dilin olağan özne-tümleç-yüklem yapısını bozmuştur. Zenime bunu hemen tüm roman boyunca yapmaktadır. Bu da bana gerçeküstücülerin dil ile ilgili tasarruflarını çağrıştırdığı için eseri neden gerçeküstü kabul etmemiz gerektiği hanesine  bu özelliği de ekliyorum.
Romanın gerçeküstücü olduğuna dair en önemli argümanlardan biri de okur da tüm romanın bir rüya atmosferinde geçiyormuş izlenimi uyandırmasıdır. Rüya atmosferinde zamanın karışması (burada Tanpınar’ın bir rüya atmosferini anlattığı şiiri Karışan Saatler İçinde akla gelmelidir.) gibi tıpkı bu romanın da zaman kurgusu karışıktır. Değişik zamanlarda olan birbiriyle alakasız olayların aynı anda verilmesi (sözgelimi Yıldırım’ın hep koşarak geldiği sahnelerin romana eklenmesi gibi) romanın hem zamanın hem de olay silsilesinin bir rüya atmosferinde geçtiği izlenimini veriyor bize. Ayrıca romanın sonlarında Zenime ile gazetecinin sevişmesinin ve akabinde Zenime’nin yaşadıkları da tipik bir rüya atmosferinin tasviridir. İşte romanın genel havasına sinmiş bu rüya halinin tasviri bana romanın gerçeküstücü olduğunu düşündürten önemli bir veridir.

Sonuç olarak bu roman bence sürrealist bir romandır. Fakat burada sü soruya da bir yanıt bulunmalı: Erbil neden böyle bir roman yazmıştır? Daha doğru bir ifadeyle Erbil neden bu tip bir sürrealist roman yazmıştır?
Bu soruya, gördüğü geçirdiği şeylerden, okuduklarından, yaşadıklarından kafası karışık bir insanın bilinci nasıl verilebilirdi gibi bir soruyla cevap verilebilir. Ayrıca bu soruya şöyle bir soruyu daha ekleyebiliriz: Uzun yıllar boyunca şaşalı bir hayat yaşayan, son derece elit çevrelerde bulunmuş, Avrupa’nın önemli sanat ve sosyete çevrelerinde bulunduktan sonra ömrünün son yıllarını yalnızlık ve neredeyse sufli bir şekilde yaşayan bir kadının zihni nasıl verilebilirdi?
Bu iki sorunun cevabı yukarıdaki ilk sorunun da cevabı olacaktır şüphesiz. Bu kadar karmakarışık, dağınık bir hayatın bilinci de şüphesiz karmakarışık olacaktı ve bu karmakarışıklığı da ancak sürrealist bir teknikle vermek mümkün olurdu.

KAYNAKÇA

ERBİL, Leyla, Cüce, İşbankası yay, İstanbul, 2013.
HİLAV, Selahattin, Edebiyat Yazıları, Yky, İstanbul, 2003.
Wikipedia Leyla Erbil maddesi.

1 yorum:

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.